☘
jimin benim her şeyimdi. bunun çok kalıplaşmış bir söz olduğunu biliyorum ama gerçekten, o tam anlamıyla benim her şeyimdi. sadece aşkım değil, sahip olduğum tüm hislerdi. ben onunla karşılaşana kadar hislerini unutmuş bir çocuktum. gerçek; aşkı, mutluluğu, tutkuyu ilk onunla tatmıştım ve şimdi gerçek acıyı da o tattırıyordu. sanki kalbimin tam ortasına bir bıçak saplayıvermişti.
beni ilk fark eden oydu aslında. kimseyle ilgilenmez, yürürken başımı bile kaldırmazdım. notlarım ve satrançtaki şehir birinciliklerim sayesinde okulda bilinen biriydim ama soğukluğum yüzünden insanlar benden hoşlanmazdı. ablam ryuzaki'ye benzediğimi söylerdi. asosyal, sosyopat, psikopat... evet, bu lafları çok duyardım. dış görünüşümün iyi olduğunun farkında olmama rağmen, kolayca geniş bir çevre edinebilecek konumdayken neden yalnız olmayı seçtiğimi bilmiyorum. belki de babam ruhumu çoktan söküp aldığı içindi.
ama jimin beni görmüştü. başkalarının yaptığı gibi sadece bakarak görmekten bahsetmiyorum. maskenin ardındakileri; kalbimdeki kırıkları, sevilmeye açlığımı görmüştü.
lisenin ikinci senesinde sadece bakışıyorduk. aynı yaştaydık ama notlarımızın arasındaki büyük uçurumdan dolayı sınıflarımız farklıydı. yine de teneffüslerde, yemekhanede, bahçede, ortak kulüp derslerimizde sık sık görürdüm onu. oldukça popüler olan bu çocuğun neden bana dik dik bakıp durduğunu merak eder diğer herkes gibi bana gıcık olduğunu düşünürdüm. işin aslının öyle olmadığını, beni sınıfta yalnız yakalayıp telefon numaramı istediğinde anlamıştım. ona telefonum olmadığını söylediğimde elbette bana inanmamış, bunun birini reddetmek için çok basit bir yalan olduğunu söylemişti. onu umursamayıp sınıftan çıkmıştım. telefonu bile olmayan garip biri olduğumu öğrendiği için beni bir daha rahatsız etmeyeceğini düşünüyordum ki, jimin her zaman olduğu gibi beni şaşırtarak bir gün tekrar karşıma çıkmıştı. iyice gözlemleyince telefonum olmadığına emin olmuştu sanırım. benimle konuşmak istediğini, telefonum olmamasının buna engel olmadığını söylemişti. yanıma yaklaşan herkese yaptığım gibi onu tekrar reddetmiştim. jimin'in inadıyla işte o zaman tanışmıştım. hayırdan anlamamış, ne yapıp ne etmiş, bir şekilde o sene bitmeden kalbimi kazanmayı başarmıştı.
başta onu da diğerleri gibi sanmamın nedeni jimin'in popülerliğiydi. futbol takımının kaptanıydı, harika bir dış görünüşü vardı ve bunlar yetmezmiş gibi ne kadar çekici olduğunun farkındaydı. cazibesini insanları etkilemek için kullanmakta çok iyiydi. bu yüzden böyle birinin benimle ilgilenmesi çok saçma gelmişti. tanıdıkça içinin de dışı kadar harika olduğunu anlayıp ona aşık olmuştum. benim ancak olmayı hayal edebileceğim kadar iyi biriydi. sokak hayvanlarına yem alabilmek için harçlığından keser, kalkması gerekenden daha erken kalkıp okula gelirken onları beslerdi. ayda bir küçük hediyeler alıp huzurevine ziyarete giderdi. sevdiği insanları mutlu etmek için elinden gelen her şeyi yapardı. komikti ve nasıl eğlenileceğini iyi bilirdi. bunların yanında elbette kötü yönleri de vardı. çok inatçıydı, benim de ondan eksik kalır yanım olmadığı için sık sık kavga ederdik. öfkesi benimkine benzemezdi. ben içimde biriktirip kin tutarken; o aniden parlar, sonra unuturdu. durmak bilmeyen bir hiperaktivitesi vardı. iki dakika aynı yerde otursa sıkılıp yer değiştirmek isterdi. bu özelliği yüzünden ders çalışamıyordu. ona kalsa bütün gün top oynardı. bense sakinliği seven bir insandım. bu yüzden jimin'in değişken ruh hallerine ayak uydurmakta zorlansam da, aşıktım ve onun benim kötü özelliklerimi idare ettiği gibi ben de bir şekilde idare ediyordum işte.
çevremizden ötürü gizlice yaşamak zorunda kaldığımız ilişkimizi son sınıfa kadar taşımayı başarmıştık. beraber kurduğumuz gelecek hayalleri vardı. daha önce defalarca büyük kavgalar etsek de ayrılığın ucundan bile geçmemiştik. o gün ise elimde tuttuğum ayrılık notuna bakmış, bir anlam vermeye çalışarak çaresizce ağlamıştım.