beş; çünkü onu uçuran sensin

417 48 42
                                    

"Sizce âşık mıyım?"

Doktoruma sorduğum soru buydu. Aslında anlatmayacaktım tüm bunları, Jungkook meselesini yani. Ama kadın işinde profesyoneldi, beni kemiren başka bir şey olduğunu elbette anlamıştı. İlk başta üstün körü anlatmaya niyetlenmiştim fakat kelimeler öyle bir dökülmüştü ki dudaklarımdan, bunu durduramadım. Bir de kendim hakkında konuşmayı sevmem derim.

"Bunu sana söyleyemem, Taehyung. Cevabı kendin bulmalısın."

İki gündür düşünüyordum cevabı, 48 saate tekabül ediyordu bu. Okula sadece proje teslimi için gidip geri gelmiş, yemeklerimi bile zavallı kölem Seokjin'e aldırmıştım. Tüm bunlar Jungkook'tan kaçtığım içindi elbette. Onu görmek, görünce yine benliğimden şaşmak istemiyordum. Üstelik aklımı yeterince meşgul ettiği yetmiyormuş gibi rüyalarıma da girmeye başlamıştı. Bu haneye tecavüz sayılırdı benim için.

"Seni bu kadar inatçı bilmezdim."

"İnat yapmıyorum." Doktorumun yapboz yerine verdiği maket serayı yapıyordum. Seranın yanında ilaç da vermişti bu defa. Yine de bu maket sera, yapbozdan daha eğlenceliydi. Bir devetabanını ve adını bilmediğim bir sarmaşığı, tek tek yapraklarını yapıştırarak seranın içine koymuştum bile.

"O zaman neden diretiyorsun? Belli ki sana karşı hisleri var."

"Varsa var." His besleyecek insanı bulmuştu o da. Beni konfor alanımın dışına çıkarmaya ne hakkı vardı?

"Bu kadar zor olduğunu da bilmezdim, Taehyung. Acayipsin. Ben gidiyorum, uyuma sakın." Zaten uykum gelmiyordu ki.

Onu görmeyeli kaç gün olduğunu saymamıştım ama sanırım bir haftayı buluyordu bu. Gece yürüyüşlerimi özlesem de yapamazdım, bunun yerine camdan bakıyor veya terasa çıkıyordum. Yeterli gelmiyordu fakat bununla idare etmeyi öğrenmiştim. Fakat rüya görememek, gördüklerimde de Jungkook'un bir yerlerden çıkıp gelmesi, beni baya sıkıntıya sokuyordu.

Seokjin'in sözünü dinleyip uyumamış, onu beklemiştim. Saat baya geç olsa da yaptığım bitki çaylarından içmiş, aklıma takılan Brooklyn 99 bölümünü izlemiştik. Fakat sonra öyle uykusu gelmişti ki omzumda uyuyuverdi. Onu zorla kaldırıp yatağına yatırdım, o sırada bildirim sesi gelmişti telefonumdan. Açıp baktım.

Yüzme yarışı yarın öğleden sonra 1'de, yüzerken seni görmeye çok alışmışım.

Bilmediğim bir numaraydı fakat kimden geldiğini tahmin etmek o kadar da zor değildi. Her şey yolundaymış gibi yapmamın bir âlemi yoktu elbette, sabaha kadar düşünecek yeni bir şey bulmuştum.

*

Saat çoktan bir olmuştu. Yüzme salonunun büyük kapısında durup içerideki gürültüye kulak kabartıyordum. Gelmeyecektim, gerçekten. Gelmeyecek ve bu bahsi burada kapatacaktım. Fakat biraz ferahlamak için camı açtığımda rüzgâr öyle bir çarpmıştı ki yüzüme, bunu yapamadım. Ayaklarım sonunda buraya getirdi beni.

Derin bir nefes aldım, yarış çoktan başlamıştı. Nefeslerimi tekrarladım ve en sonunda girdim. Tahmin ettiğimden kalabalık değildi. Ama nedense tribünlere oturmak yerine Jungkook'la hep oturduğumuz merdivene oturdum. Hem bu kadar insan içinde görmezdi beni.

Havuzun içindeki sular etrafa saçıldıkça insanların bağırışları da artıyordu. Bir yanım hala buradan kaçıp gitmek isterken diğer yanım neler olacağını merak edip beklemeye devam ediyordu.

Yarışın ilk ayağı bitmişti, Jungkook ikinci oldu. Kalan beş kişinin tekrar yarışılacağı anons edilirken bonesini ve gözlüğünü çıkarıp bana baktı. Hiç aramadan, direkt gözleri beni buldu. Yüzerken görecek hali yoktu ya?

rüzgâr uçmayı bilmezHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin