Eve vardığımda saat gece iki buçuktu. Her zamanki kedi adımlarımla eve bir şeyi kırmadan ya da evin altını üstüne getirmeden içeriye başarıyla girmeyi başarmıştım. Anahtarımı deliğinden olabildiğinde sessizce çektim ve demir kapıyı sessiz bir şekilde kapatınca derin - ama sessiz- bir nefes verdim.Yolu biraz uzatmış ve her şeyi derinlemesine düşünmüş olduğum gerçeğini inkar edemezdim. Vee'nin ağzından çıkan her kelimeyi, Jack'in bana seslenişini, Dorian'ın onu azarlamadan ve ondan bıktığımı söylemeden önceki son bakışını, gizemli Veba doktorunu... Veba doktoru ve Dorian arasındaki bağlantıyı... Her şeyi derinlemesine düşünmüştüm ve açık olmak gerekirse halâ düşünüyordum.
Sessizce merdivenleri tırmandım ve koridorun sonundaki odama kadar sessiz tempomu korudum. Odama varıp dikkatlice kapımı kapattıktan sonra Sweatshirtimi üzerimden sıyırdım. Iki saat öncesine dek ünlü sweatshirt giyinmiş olmamın iyi bir fikir olduğunu düşündüğüme inanamıyordum.
Siyah yarım atletimin altına lacivert olduğunu tahmin ettiğim bir boxer geçirdim ve yatağıma girdim. Mart aynın sonuna gelmiştik ve hava şaşırtıcı derecede bunaltıcı geliyordu. Çarşafın soğuk tarafını aramak için yatağımda döndüm ve enseme yapışmış olan saçlarımı çektim. Sonunda mükemmele pozisyonu bulmuştum ama kafamdaki düşünceler tam olarak kusursuz pozisyonda sayılmazdı. Hepsi farklı köşelere saçılmıştı ve toparlayamıyordum.
Elimi yastığının altına soktum ve bir bacağımı kaldırdım. Elime batan sert bir şey ile kaşlarımı çattım ve elimi yastığının altını keşfetmesi için biraz gezindirdim. Doğruldum ve hışımla yastığını kaldırdım. Penceremden vuran beyaz ayışığı, tam olarak yastığımın olması gereken yerde duran parşömeni aydınlatıyordu. Anneme seslenmeyi düşündüm ama ilk olarak bakmam gerektiğine karar verdim.
Bu ortaokulda yaptığım saçma aşk büyülerinden biri olabilirdi. Sadece gün yüzüne çıkmak için bu günü beklemiş bir aşk büyüsü. Sırıtmama rağmen göğüs kafesimden çıkacakmış gibi atan kalbim eşliğinde kağıdı kavradım.
Yer yer yanmıştı ve acemice katlanmıştı. Daha çok acele ile katlanmış gibiydi... Ellerime titrememelerini emrederek katlanmış kare biçimindeki kağıdı açtım. Daha ilk kelimeyi okumamla olduğum yere mıhlanmıştım. Büyük ve biçimsiz harflerle "EVDE OLMAN, GUVENDE OLDUĞUN ANLAMINA GELMEZ." yazısı altın rengi bir kalemle yazılmıştı. Her ne kadar biçimsiz olsa da harfler zarif kuyruklar ile süslenmiş gibiydi. Nefesimi tuttum ve parşömeni avucumda buruşturup duvarıma attım. Kâğıt duvardan sekip tam olarak ayaklarımın dibinde durdu.
Arkamı dönüp açık olan camımı kapattım ve kilitlemek için anahtarını bulmak üzere küçük cekmeceme gittim. O pencereye arkamı dönmek, beni güvende hissettirmiyordu. Bir an önce küçük anahtarı bulmak ve orayı kilitlemek, sonra ise odamın her yerini elimdeki ekmek bıçağı ile arayıp yorganın altında uyumak istiyordum.
Kağıdı anneme gösteremezdim. Dışarıya çıktığımı anlardı ve bu hoş olmazdı. Kağıttan kimseye söz etmemeye karar vermişken arkamda birinin olduğu hissine kapılarak tepeden tırnağa titredim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
'Abanoz'
AdventureÇok eski zamanlarda yaşamış ve veba salgını yüzünden genç yaşta hayatını kaybetmiş bir şövalye, Tanrıça Athena tarafından 'hikayen yarıda kaldı.' gerekçesiyle günümüze gönderilirse neler mi olurdu? Jessica Parker, on yedi yaşını belasız bir şekilde...