Adam kafasını kaldırınca nutkum tutuluyor tepki veremiyorum.
"Kızım?"
***
Gözlerimi açıyorum. Ensemden yükselen acıyla yüzümü buruşturuyorum. Bir sandalyede, 'babamın' karşısında, bağlanmışım. Az önce karşılaştığım manzaraya dönüp bir kez daha bakıyorum.
"Hayır, hayır imkanı yok, sen... sen öldün... Kendini öldürdün. Geride kalan bütün yüklerini bana yığdın ve kaçtın sen. Hayır bu mümkün değil, aklımla mı oynuyorsunuz siz? Yankı... Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Bir an olsun sana güvenebileceğimi sanmıştım Yankı. Bir anlığına inanmıştım. Ne oluyor?!"
Yankı, yaptığı işten memnun bir şekilde sırıtıyordu. Şirkette bulunduğum 5 yıllık zoraki süreçte bana asla iç güdülerime güvenmemem gerektiği öğretilmişti, her zaman bir B planı, hatta C ve D planları yapmamız...Ama tabi aşırı tepki vererek beni avuçlarının içine aldıklarını düşünmelerini sağlamalıydım. Hani size, Yankı'yı takip ederken 'telefonla konuşuyormuşçasına...' demiştim ya, bir detayı atlamışım. Gerçekten de telefonla konuşuyordum. Doğu'ya kiminle karşılaştığımı ve takibe aldığımı hemen aktarmıştım. Telefonumdan yerimi an be an gözetleyecekti.
"Alya, kızım ben hiçbir zaman seni bırakma-"
"Sesini kes! Senin benimle konuşma hakkın yok!" Yüzüne tükürmeyi o kadar çok istiyorum ki... Açıklaması gereken o kadar çok şey var ki...
"Dostlar... Yok dostlar olmadı ya." Alaycı tavrıyla hafiften gülüyor ve devam ediyor Yankı "her neyse... Aile dramanızın ortasında kalayım diye getirmedim sizi buraya! O yüzden ikiniz de sesinizi kesip ben sordukça cevap verseniz çok iyi olur. Alya... Telefonunu aldık fakat üzerinde herhangi bir iletişim cihazı varsa bile ümitlenme. Şu cihazı görüyor musun?"
Odanın sol arka köşesinde bir adam dikeliyor. Elinde bir tablet var. Doğruca bana bakıyor. Tepkisizce Yankı'ya dönüyor ve yüzüne dikiyorum gözlerimi.
" O cihaz ağı engelliyor. İletişim sıfır. Ne sen buradan birine ulaşabilirsin ne de dışarıdan birisi sana." Deyip göz kırpıyor.
"Yankı... Boş yapma da ne öğrenmek istiyorsun onu söyle."
"Engin, neden makinenin peşinde?"
"Bu konuyu konuştuk. Karşımdaki herif ne ayak sen onu söyle!"
"Mehmet bey kızınıza dökülmek ister misiniz artık?"
Mehmet'le karşılıklı sandalyelerde oturuyoruz. Yankı ikimizin arasında ama biraz kenarda bir taburede oturuyor. Kafamı doğruca kaldırıp Mehmet'e bakıyorum.
"Evet... Mehmet, neden kendini ölü gösterdin mesela? Neden senin, nedenini bile bilmediğim hatalarının sonuçlarını ben çektim? Neden yıllarca eğitim adı altında işkence gördüm mesela?"
Suratıma, anlamlandıramadığım bir ifadeyle bakıyor babam olacak adam. Özlem desen değil, pişmanlık desen hiç değil. Öfkeli konuşmamdan sonra ben de gözlerimi hiç ayırmadan bakıyorum ona. Yine gözlerimi babamdan ayırmadan konuşmaya başlıyorum.
"Yankı, ne kadardır buradayız?"
"Yaklaşık iki saattir. Neden?"
"Güzel... Çok güzel..." Tabiki de hiçbir şey anlamıyor Yankı. Suratımı ona döndürüyorum ve sinsice gülümsüyorum. Saniye bile geçmeden dışarıdan sesler gelmeye başlaşıyor, kapı kırılıyor, önce bir sis bombası atılıyor içeriye siyah maskeli adamlar girerken de Yankı'nın yüzündeki o şaşkınlığı memnuniyetle izliyorum. Aptal veya çaylak olduğumu düşünebilirlerdi ama ben o eğitimleri boşuna görmemiştim! Doğu'yla beraber geliştirdiğimiz bir teknolojiyle küçüklüğümden beri taktığım -kimsenin şüphelenmeyeceği- kolyemin içine çok küçük bir çip yerleştirmiştik. Ağın çekmediği veya engellendiği ortamlarda bile lokasyonumu gösterebilecek bir çip. Ve ben arabadan iner inmez o çipi tetiklemiştim. Çünkü söylediğim gibi kimseye güvenmem.
***
Yine vücudumda bir acıyla uyandım ama bu sefer kendi yatağımdaydım. Kendime gelebilmek için hemen mutfağın yolunu tutuyorum ve ısıtıcıya su dolduruyorum. Dünü gözümün önünden geçiriyorum. Yüksek ihtimalle Yankı ve babamı aldılar. Sis hepimizi uyutmuş olmalı. Yine de düşüncelerimden emin olmak için Doğu'yu arıyorum.
"Hey ahbap!!"
"Sabah sabah ne bu neşe Doğu, Tanrı aşkına! Ne kadar kafein aldın sen!!" Isıtıcı atınca hemen bardağıma koyduğum kahvenin üzerine ısıtıcının içindeki suyu döküyorum. kahvemi yudumlarken bir yandan da Doğu'nun neşeli ve şaşkın sesini dinliyorum. "Neşeli değilim aslında ama şaşkınlık ve sinir neşeye döndü sanırım ahah! İnanabiliyor musun onları bıraktılar Alya!! Dün o kadar uğraşla şirkete getirdiler ve sonra hiçbir şey olmamış gibi bıraktılar!!" Başımdan kaynar sular dökülüyor sanki. Kafamda dönüp duran soruları sonunda cevaplayabileceğimi sanmıştım. Ne bu şimdi!!
"Hemen geliyorum Doğu!"
Hemen yatak odasına geçip üzerime bir şeyler geçiriyorum. Kenarda yedek olarak hep hazırda beklettiğim sırt çantama telefonumu ve şarj aletimi de koyuyor ve başlığımı alıp evden çıkıyorum. Yaşadığım binanın arkasındaki bahçede bekleyen motoruma atlayıp şirketin yolunu tutuyorum.
***
"Neler oldu burada!! Beni esir alıp benden bilgi çalmaya çalışan insanları nasıl salıverirsin Engin abi!!"
"Hiçbir şey bildiğin yok bana burada bilgiçlik taslamaya kalkma!" Şaka mı yapıyor bu adam??
"O zaman anlatmaya başla da bilelim. Bize hiçbir şey söylemeden bir baloya gönderdin ne olduğundan habersiz bir adam peşine düştük, engelle karşılaştık dedik, yok et dedin! Ne makinesi ne planı bu, neyin peşindesin!!" Kendimi sıka sıka sakinliğimi korumaya çalıştım ama nafile.
"Onlar mı söyledi bunları sana? Bakıyorum da hemen güvenmişsin ve şimdi de beni sorguluyorsun. Anlatmadı mı sevgili baban neden gittiğini, neden seni arayıp sormadığını?" aklımla oynuyorlar, aklımı kaybedeceğim artık gerçekten çıldıracağım.
"Eh tabi babanın seni yok edecek bir silahın planlarını aradığımı öğrenince çıldırması ve hatta gün yüzüne çıkması normal." Konuşurken takındığı tavır, bakışlarında anlamlandıramadığım bir his... Sinsilik mi desem zafer mi... Kömür karası gözleri sanki vücudumu deliyor.
"Ne..Ne demek beni yok edecek bir silah?"
"Baban gittikten sonra seni neden gözümün önünden ayırmadım sanıyorsun Alya? Seni o kadar göreve gönderdim ve diğerlerinin görevlerine nazaran senin görevlerinin hiçbirinde öldür emri yoktu. Kaza bile olsa bir insanın canını alırsan bambaşka bir şey olursun çünkü, çok nadir bir şey. Baban da bu yüzden gitti. Bu olayların ortasında kalmaman için."
"Hiçbir şey anlamıyorum. Şaka mı yapıyorsunuz, ne diyorsunuz ya!!" Söylene söylene dışarı çıkıyorum. Asansör yerine koşa koşa merdivenleri iniyorum. İçimde biriken adrenalini atmam gerekiyor yoksa aklımı kaçıracağım!
Binadan dışarı kendimi attığımda telefonum çalıyor. Yabancı bir numara. "Alya?!"
"Yankı? Siktir git! Aklımla mı oynuyorsunuz siz benim! Neyin içine düştüm ben!"
"Alya baban seninle konuşmak istiyor. Bu sefer oyun yok. Öğrenmen gereken şeyler var."
"Hiçbir şey istemiyorum ondan. Konuşacak hiçbir şeyim yok. Daha ne öğrenebilirim ben artık yeter!"
"Bir kurt adam soyundan geldiğini öğrenmen gerek."
*****
Merhaba diye seslenmek istiyorum bu hikayeyi okuyanlara! Okuyan varsa eğer tabi :D The Vampire Diaries dizisini izleyen varsa ilerde anlar biraz, diziden esinlenerek birkaç olayı kullandım. Umarım beğenirsiniz :)) Lütfen yıldızlamayı unutmayın :))
Medya : Alya
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KORKUSUZ
Teen FictionYokluğun vurduğu ruhun barınmaya çalıştığı bu vücut... Değişim.. Vücudum parçalanıyor, kemiklerim kırılıyor... İliklerime kadar işleyen soğuk... Hayır hayır soğuk değil bu, gözlerinden aldığım o duygu.. O duygu beni üşüten.