f i v e

771 45 34
                                    


cemal can

şiddetini arttıran yağmurla beraber kafenin içine kendimi atabilmiştim. yaklaşık on beş dakikadır yürüyordum ve şemsiyem olmasına rağmen hatrı sayılır bir şekilde ıslanmıştım.

şemsiyeyi kapatarak kapının girişine bıraktığımda bakışlarımı içeride gezdirdim. geç kalmamış olmayı ümit ediyordum. hazırlanmam biraz uzun sürmüş olabilirdi ama olabildiğince hızlı gelmeye çalışmıştım. sonunda barış'ı arka taraftaki masaların birinde otururken gördüğümde hafif nemli saçlarımı düzelterek masaya doğru ilerledim. elindeki telefona odaklanmış olacak ki geldiğimi fark etmesi biraz uzun sürmüştü.


"selam, beklettim mi?"

"hayır, hayır. ben de daha yeni geldim."

"sevindim o zaman."


telefonunu masanın üstüne bırakarak bakışlarını yüzüme çevirdiğinde yüzümde küçük bir gülümseme oluşmuştu. yağmurun sesiyle karışan müzik ve etraftaki çiftler gerçek bir randevudaymış gibi hissettiriyordu. en sevdiğim şarkılardan biri çalıyordu ve ben arka fondaki seslerle beraber barışın masanın üzerinde birleştirdiği ellerini inceliyordum. 


"sanırım saçlarını kestirmişsin. bu da güzel olmuş ama zaten çok uzun değildi neden kestirdin ki?"

"arkadaşlarım kesmem için aralarında imza topladılar."


söylediklerimle beraber güldüğünde yüzümdeki gülümseme genişlemişti. sanırım o kadar kötü biri değildi ama beni reddettiğinde içimde oluşan hissi unutamıyordum. özür dilemişti ama sadece omzum içindi. duygularım omzumdan daha fazla incinmişti, bunu anlamamak için kör olmak gerekiyordu.


"sen veterinersin sanırım. telefonunun kilit ekranında olan köpek senin köpeğin mi yoksa bir hastan mı?"

"ikisi de diyebiliriz sanırım. bu arada ben de senin kilit ekranındaki animasyonu izledim dün gece. dört tane varmış ama ben birini izleyebildim. zamanım yetmedi."

"gerçekten mi? beğendin mi peki?" 

"ben buzz lightyear barış getirdim"


daha demin içimde olan kırgınlık, neredesin? bu çocuk benim gözümü mü boyama çalışıyor? eğer öyleyse çok iyi ilerliyor.


"woody mi jessie mi?"

"yani senin woody duvar kağıdın göz önüne alınırsa... woody tokatlar."

"doğru cevap. aramıza hoş geldin barış lightyear."


elimi uzatarak yüzüme ciddi bir ifade takındığımda aynı şekilde elini uzatmıştı. kabul törenini yarıda bölen garsonla beraber elimi geri çekmek zorunda kalmıştım. garson menüleri uzatarak beklemeye başladığında bakışlarım barış'a çevrilmişti. göz göze geldiğimizde aniden bakışlarım tekrar menüye dönmüştü.


"ben sadece latte istiyorum."

"ben de latte alayım o zaman."


garson önümüzdeki menüleri aldığında tekrardan barış'a dönmüştüm.


"çok fazla zorlandın mı seçerken?"

"evet biraz zorlanmış olabilirim sanırım."


dışarıdan biraz soğuk gibi görünse de espritüel bir tarafı olduğu konuştukça belli oluyordu. en azından yaptığım esprileri anlıyordu. 


"sen ne iş yapıyorsun bu arada? hep benden konuşuyormuşuz gibi geliyor."

"fotoğrafçıyım."

"inanır mısın ben fotoğraf çekmek konusunda aşırı kötüyüm. belki bu konu hakkında bana birkaç ipucu verebilirsin."

"tabii ki her zaman. ama o kadar zor olduğunu düşünmüyorum ya. artık yedi sekiz yaşındaki çocuklar bile gayet güzel fotoğraflar çekebiliyor." 

"açıkçası ben selfie işini beceremiyorum ya. onu çözebilsem halledeceğim aslında. instagramımdaki tüm fotoğraflarımı arkadaşlarım çekti."

"evet, biliyo- evet selfie çekemiyorsan normaldir yani."


can ne yapıyorsun sen? çocuğu gelmeden önce bin saat stalkladığını şu anlık bilmese de olur. ayrıca arkadaşları pek becerikli değil sanırım bu işte. fotoğrafları kötü sayılmazdı ama bunun sebebi büyük ihtimalle oydu.


"bi' bakabilir miyim ben?"

"tabii ki."


masanın üzerindeki telefonu eline aldığında söylediğimiz latteler de gelmişti. ben direkt olarak karar vermeseydim sanırım seçmesi için iki yıl beklemem gerekecekti. instagramını açarak kırk kez gördüğüm fotoğrafları kırk birinci kez gösterdiğinde sanki ilk kez bakmış gibi yapmaya çalışıyordum. 


"aslında arkadaşların çok güzel çekebilmiş sayılmaz. mesela bu fotoğrafta boyun biraz kısa çıkmış."

"gerçekten mi?"

"evet. bu fotoğrafta da yüz hatlarının hiçbiri belli olmuyor."

"sanırım senin yanında elli yaşındaki amcalar gibi kaldım cemal can."


gülerek arkama yaslandığımda telefonunu bana uzatmıştı. kaşlarımı hafifçe çattığımda ne için uzattığını anlamaya çalışmıştım.


"ikimizin fotoğrafını çeker misin? nasıl selfie çektiğini merak ettim şu an. ayrıca instagramdan kendini eklesene."

"sen cidden kırk yaşında olabilir misin?"

"bütün sırrı bozdun şu an."


telefonu alarak ikimizi çekmek için sandalyeyi hafifçe oynatmıştım. güzel olduğunu düşündüğüm birkaç fotoğraf çekerek telefonu uzatmıştım. 


"sen bana ismini söyle ben seni takip ederim. barış yağcı mıydı?"

"barış murat yağcı."

"tamamdır."

"tamamdır."




HEHEHHEHEHHEHE BÖLÜMÜ YARIDA KESİYORUM ARKASI YARIN


Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 28, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

everlasting || cembar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin