Saatlerdir Kapkek'in sırtındaydım. İkimiz de yorulmuş durumdaydık. Çabucak Los Angeles'a gitmem lazımdı ama Kapkek yorulup yere düşerse acele etmemizin bir anlamı kalmamış olurdu. Altındaki binayı işaret ettim.
"Şuraya inelim. Hem dinlenirsin hem de keklerini yersin."
Cevap vermeden alçalmaya başladı. Onu fazla zorlamıştım ama başka çaremiz yoktu. Eğer çabuk hareket etmeseydik çevredeki canavarlar kokumu almaya başlayacaktı. Kendim için değil Kapkek için endişeleniyordum. Her ne kadar beni sinir etmek çok hoşuna gitse de başım beladayken asla beni yalnız bırakmazdı. Beni korumaya çalışırken ölümcül bir yara alması fazla muhtemeldi.
Bir binanın üstüne iniş yaptık. Kapkek nefes nefeseydi. Çantamdan hemen bir şişe suyu açtım ve avcuma döküp Kapkek'e uzattım. Uzun sürdü sürmesine ama bu şekilde yarım şişe suyu ona içirdim. Kalanını da kendim içtim. Ardından bana zorla aldırdığı çilekli kapkeklerin ikisini çıkardım. Birini ona verdim, diğerini kendim yedim. İkinci keki benim yediğimi görünce başıyla beni ittirdi.
"Ne var? Göz hakkı."
"Hıh! Senin göz hakkın bütün kek oldu."
Güldüm. "Merak etme üçüncü kek tamamen senin. Ama şimdi değil. Bir sonraki molada vereceğim."
Etrafa bakındım. Biraz tanıdıktı. Hatta bayağı tanıdıktı. Hollywood-L.A arası bu kadar uzak olmamalıydı zaten. Kapkek'e döndüm.
"Neredeyiz biz? Burası şeye benziyor... Çanta aldığım caddeye."
"Bana bakma."
Aniden çok öfkelendim. "Sana bakmayım mı!? Bizi buraya sen getirdin. Saatlerdir kocaman bir daire mi çiziyoruz yani!?"
O da sinirlendi. "Bana gitmem gereken yönü söyledin mi ki?"
"Aynı yerlerden geçtiğimizi hiç mi fark etmedin?"
"Sen ettin mi?"
Cevap veremedim çünkü haklıydı. Ona ne tarafa gitmesi gerektiğini söylememiştim. Geçtiğimiz yerlerin aynı olduğunu fark etmemiştim. Ondan böyle bir hata beklemiyordum ama tek suçlu Kapkek değildi. Derin bir nefes aldım.
"Haklısın. Özür dilerim. Sana kızmam haksızlıktı."
Bana bakmaya devam etti. "Kek hakkımı şimdi verirsen seni affederim."
Küçük bir kahkaha attım ve çantadan son kapkeki çıkarıp ona uzattım. Tartarus'tan çıktığımdan beri daha çok gülüyordum. Evet, hâlâ içimde çok büyük bir öfke vardı ama aşağıda olduğum gibi biri olmak istemiyordum.
Tanrı ebeveynlerimizden bize geçen yetenekler kişiliğimizin belirlenmesinde büyük bir rol oynuyordu. Bu kişiliğimizi bastırmak ise hiç kolay değildi ve denedikçe acı veriyordu. Sürekli olmadığınız biri gibi davrandığınızı düşünün. Asla kolay bir şey değildir. Bu konuda en büyük sorunu yaşayanlar Poseidon melezleri oluyordu. Çünkü... Denizi düşünün. Herkes çarşaf gibi görünen hareketsiz maviliği sever. Ama bu maviliğin bir de gemileri batıran, can alan korkunç tarafı vardır. Poseidon melezlerinin de kişilikleri bu iki taraftan birine yakın olur. Kızdığımız zaman hepimiz dalgalı denize döneriz ama genel ruh halimiz iki taraftan birine yakın olur. Ben ise... Ne yazık ki can alan kişiliğe yatkındım.
Kapkek biraz daha dinlenip enerjisini toplarken ben de çatının kenarına oturup ayaklarımı aşağıya sarkıtmıştım. Birden çatıdan binanın içine götüren merdivenlerin olduğu kapıdan büyük bir gürültü geldi. Biri ya da bir şey sertçe kilitli olan kapıya vuruyordu. Kılıcımı kemerimden çıkartıp elime aldım ve ayaklanarak savaşa hazır bir konuma geldim. Birkaç vuruşun ardından kapı gümbürtüyle yerle bir oldu ve çatıya bir Nemea aslanı fırladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAOS GÜNLÜĞÜ (TAMAMLANDI)
FanfictionBir melez. Kaos'a düşmüş ve oradan sağ çıkmış tek melez. O, Poseidon'un kızı Aquamarine Carson. Dostları onu unutmuş, annesi onu hatırlamıyor. Hatırlayanların aklında ise bir hain olduğu kalmış. Oysa o, suçsuz biri. Sadece yanlış anlaşılmış. Yoksa...