bir

19 1 0
                                    

   "İşte bunlar. " dedi annem Vogue dergisindeki adını bilmediğim marka ayakkabıları gösterirken. "Bunlar üniformana çok uyacak." Tabağımdaki bulamaçla oynamaya devam ederken başımla onayladım ilgisiz görünmemek için. Bakmadığımı fark edince derin bir iç geçirdi ve Jaehyun dedi uzata uzata. Nutuk çekmeye başlayacaktı anlaşılan. Sanki bir sıraya koyup ezberlemişti söyleyeceklerini. O kadar aşinaydım ki ninni gibi geliyordu artık. Bu değiştirdiğin kaçıncı okul Jaehyun, kendini suçlamayı bırak Jaehyun, hayatı kendine zehir ediyorsun Jaehyun, ölenle ölünmüyor Jaehyun...  Son cümlesi dudaklarından döküldüğünde, her zaman yaptığım gibi, hızla kalktım masadan. Merdivenleri döve döve odama çıktım. Ölenle ölünmüyor. O kadar kolay söylüyordu ki bunu. İki kelime. Ölenle ölünmüyor. Kim uydurmuştu bu zırvalığı? Ölmek için toprağa mı girmek gerekiyordu? Ölenle ölünüyordu. Tıpkı Doyoungla bize olduğu gibi.

     Yüzmeyi çok seviyordu Doyoung. O gün de olacaklardan bir haber atlamıştık nehrin soğuk sularına. Yaptığı her şeyi aşkla yapardı. Yüzerken de aşkla yüzerdi. Kulaçlarıyla suyu öpüyordu sanki. Öylesine güzel bir ritim tutturuyordu ki. Hızlıydı da. Daha önce hiç yenememiştim onu. Fakat o gün yenmeme izin verdi Doyoung. Daha doğrusu ben öyle sanıyordum. Onu geride bıraktığım ilk dakikadan anlamam gerekiyordu bir terslik olduğunu. Ama ben Doyoung'u yendiğime o kadar inanmak istiyordum ki hiç geriye dönüp bakmadım. Hırsla gömüldükçe gömüldüm suya. Duyamadım Doyoung'un yardım çığlıklarını. Bu yüzden en çok ben suçluydum ya. Hyeongsan Nehri'nin hırçın dalgaları almıştı Doyoung'u benden. İşte o gün Doyoung'un çok sevdiği sular gözümdeki berraklığını yitirip katile dönüştü. Çocukluk günlerim, sırlarım, kahkahalarım, olanca neşem ve sevdiğim çocuk o gün Doyoungla beraber Hyeongsan Nehri'nin sularında yitip gitmişti. Daha az gülüyordum artık. Daha az uyuyordum. Daha az yiyordum. Daha az yaşıyordum. O güne dönebilseydim defalarca yenilirdim Doyoung'a. Şimdi ona yenilmeyi bile özlüyordum. Öyle özlüyordum ki kalbim eziliyordu.

       Yemek masasından kalkıp odama geldiğimden beri yatağıma sırtüstü uzanmış tavanı izliyordum. Saatin tiktakları ve ağlarken boğazıma düğümlenen hıçkırıklar sessizliği bozuyordu. Ağlıyordum çünkü saat on ikiyi beş geçiyordu. Hıçkırarak ağlıyordum, bugün bir yıl olmuştu. Doyoung'u yitireli koca bir yıl olmuştu ve onsuzluğun yüreğimde açtığı boşluk dolmak yerine her geçen gün daha da büyüyordu. Bu bir yıl içinde hiç gitmemiştim Doyoung'un mezarına. Gidemedim demek daha doğru olur aslında. Gidemiyordum çünkü ona ölümü yakıştıramıyordum. Gidemiyordum çünkü olan bitenin tüm sorumlusunu kendim olarak görüyordum ve gidip onu orada öylece yatarken görmek kendimden daha çok nefret etmeme sebep olacaktı. Kendimden de yeterince nefret ediyordum zaten.

     Benim dışımda herkes bu durumu kabullenmiş gibiydi. Maya teyze ve Serim amca, Doyoung'un annesi ve babası, artık bir bebek bekliyorlardı. Jungwoo, Doyoung ve benim en yakın arkadaşım, ünlü bir şirketin idol seçmeleri için hazırlanıyordu. Herkes, tabiri caizse, bir şekilde acısını hafifletmiş ve hayatına devam ediyordu. Ben ise içimdeki boşlukla ordan oraya savruluyordum. Kimi zaman elim telefona gidiyordu onu aramak için. Kimi zaman da yeni bir şey alırken iki tane alacak oluyordum. O yokken neler yaşadığımı yine ona anlatmak istiyordum. Çaresizliğin hat safhası anlayacağınız.

    Ağlamaktan şişmiş gözlerimi araladım bir ara. Duvardaki saat biri gösteriyordu. Göz kapaklarım gittikçe ağırlaşıyordu ve sonunda uykuya yenik düştüm. Çok değil beş dakika sonra gördüğüm rüyanın etkisiyle sıçrayarak uyandım. Başucumdaki gece lambasını açıp aynadaki yansımama baktım. Alnım boncuk boncuk terlemiş, saçlarım da sudan çıkmış gibiydi. Uykunun sersemliğini üstümden atana kadar kendimi izledim. Daha sonra hızla olduğum yerden kalkıp duşa girdim. Olanca şampuanı kafama boşalttım. Bir yandan saçlarımı ovuşturuyor bir yandan da rüyamı düşünüyordum. Çoğu zaman rüya görmezdim ya da gördüklerimi hatırlamazdım. Fakat bunu çok net hatırlıyordum. İlk önce kapı çaldı ve annem açmak için oturduğu yerden kalktı. Ben de merdivenden onu izliyordum. Kapı açıldığında siyah saçlı, boncuk gözlü, beş yaşlarında bir çocuk belirdi annemin karşısında. Evet, Doyoung'un küçüklüğüydü o. Yumuşacık sesiyle anneme " Jaehyun bugün gelecek mi?" diye soruyordu. Tam da orada uyandım. Doyoung'un sesi hala kulaklarımdaydı. Beni çağırıyordu. Hemen bornozuma sarılıp banyodan dışarı attım kendimi. Usulca yatağımın ucuna çömeldim ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Ağlamamla herkesi (annem ve köpeğim oluyor bunlar) uyandırmıştım ve az sonra annem telaşla odama girdi. Yamacıma sokulup yüzümü iki elinin arasına aldı. " Jaehyun ne oldu yavrucum korkutma beni." dedi titrek sesiyle.
"Gözüme şampuan kaçtı." deyiverdim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 17, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

am 01:27 ¦ jaeyongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin