Ch 2 "Toron"

106 6 11
                                    

Aiya kitapsızlar
Lin ve Rail ilesiniz

Yeşil yayladaki her bir otu farklı yönlere eğen şiddetli bir rüzgar esiyor, Oli'nin soluk renkli eteği bir o yana bir bu yana savruluyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Yeşil yayladaki her bir otu farklı yönlere eğen şiddetli bir rüzgar esiyor, Oli'nin soluk renkli eteği bir o yana bir bu yana savruluyordu. Önündeki çocuğu bu teni adeta biçen o keskin esintiden korumak için olabildiğince eteğiyle sarmalamaya çalışıyordu. Ellerinden geldikleri hızla kalenin arka bahçesine kadar ilerlediklerinde onları uzun boylu, uzun gövdeli iki koruma karşılamış ve kendilerini siper olarak kullanıp onların üzerine eğilerek kale avlusuna kadar eşlik etmişlerdi.

Onları avluda karşılayan stresten ve sinirden teni pembeleşmiş, alnındaki damarı belirginleşmiş kraliçe, ellerini eteklerini yerden kesecek bir şekilde sıkıca tutup kaldırmış hızla avluda geziniyordu. Her sert adımında yerdeki birbirine sıkca dizilmiş taşlardan tok sesler çıkarıyordu.

Küçük prens bu manzara ile karşılaştığında Oli'nin kendisini sarmaladığı eteğe daha çok sokuldu. İçinde kaybolsa ve direkt odasına ışınlansa ne kadar kurtarıcı ne kadar can bağışlayıcı bir sihir olurdu bu. Bugünü böyle mi atlatacağım diye içinden geçiriyordu. Karanlık ormana adımını atan bendim hem de yıllar sonra.. Yani o süt saçlı elf öyle demişti yani elf olduğunu da o söylemişti gerçi. Yaşadığını hiç kimse tecrübe etmemişti bu avluda .. Bu çatı altında, zihninde ya da bu şehirde..Teralil'de.

Bunun için kutlanmam gerekirdi.Herkesin önümde eğilmesi, aristokratların elimi sıkması, halkın önüme güller atması, hizmetlilerimin eteğimden öpmesi gerekmez miydi? Ben ilk denecek 'o şeyi' başarıyorum baba. Gözüne bununla giremez miyim? Beni kendinden uzaklaştırmaların son bulmaz mı? Bana bakarkenki kaçamakların?

Sağ yanağına inen sert tokatla feleği şaşmış, sendeleyerek soğuk taşlarla buluşmuştu küçük bedeni. Gözlerinin kızarması ve göz pınarlarından boşalan gözyaşları taşmış/taşacak bir şekilde kovayı doldurmuştu. Olayın şokunu atlattığında nevri dönmüş; gözleri, teni gibi pembeleşmeye başlamıştı. Yanağının buluştuğu taşlardan gözünü ayırıp büyük bir kinle annesine, gözlerinin en derinlerine dek bakmış; bir kedi olsa yüzüne atlayacak,tırnaklarını tenine geçirecekti.

Bu aurada sıkışıp kalan Olivia ve krallık askerleri sanki nefes alsalar ya da gözlerini yerden ayırsalar kelleleri alınacakmış gibi adeta puta dönüşmüşlerdi. İlk adımı yapan Kraliçe olmuştu.

-Junggug. Ayağa kalk. Beni selamlayıp askerler eşliğinde odana git.

Bu neyin durgunluğuydu böyle. Avlu kapısından geçen herhangi biri bile Kraliçenin ne kadar sinirli olduğunu anlayabilirdi. Fakat yüz ifadesi ciddileşmiş, omurgası dikleşmiş ve elleri göğüs kafesinin bitiminde birbiriyle kavuşmuş, tam bir asaletle karşısına bakıyordu.

Junggug ayakları üzerine yavaşça dikildi. Bu kez alayla kıvrılan bir dudak kenarı kafasından geçenlere eşlik ediyordu. Ona her türlü cezayı vermişti. Avluyu süpürmek, aşçılar için soğan doğramak, odasından yemek dışında çıkmamak, kumaş seçimlerinde onunla terzileri ve o çeyrek yüzyılın modasınu eleştirmek.. Ama hiçbir zaman ona vurmamıştı. Nasıl vurabilirdi. Dünyasındaki tek kişi bendim. Babasıysa onu umursamıyordu bile, her zaman bir elçi aracılığı ile önemli şeyleri konuşuyorlar, yemek saatlerinde göz göze gelmeden sofradan kalkıyorlardı. Babasının tekliflerini hep geri çeviriyordu. "Sanırım bu onu sıktı ve artık bizimle, benimle ilgilenmiyor"diye düşünüyordu.Gözlerini Kraliçenin gözlerinden ayırmadan küçük bir reverans verdi. Boynunu tekrar doğrulttuğunda bu kez gözlerine bakarken,nedense alaylıydı. Nasılsa annesinin ne yapmaya çalıştığını anlamıştı: Üvey kardeşi gibi olmasını istiyordu. Sadık ve korkak.

ᴍᴇʟ&ʟᴏɴHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin