Nisan -1935 Güney Kore Busan
Bir menekşenin yapraklarına düşen yağmur damlası gibiydi kalbine düşen acılar çaresizdi ...
Karlı bir gündü o zaman . Hatırlıyordum az çok . Sekiz yaşındaydım Jeon ailesi buraya taşındığında . Evimin kırık dökük ve karlı camından dışarıyı izliyor evimizde ki tek yemek olan lapa pilavı yiyordum . Aslında onu ilk gördüğüm zaman oyuncağı elinde küçük bir bebek gibiydi . Heyecanlanmıştım istemsiz , taşındıkları ev diğer evimizdi ve onlar bizim evimizi ilk kiralayan aileydi. Mutlu hissediyordum aslında , bu dondurucu soğukta kalbimde güllerin açtığını hissediyordum .
Çocuktuk işte seviniyorduk küçük şeylere sonumuzun nasıl geldiğini bilmeden...
Bitirdiğim lapa kasesini masaya bırakmıştım , evimizde soba yanıyordu odunların çıtır çıtır sesi geliyor dışarıda ki rüzgarın buğulu sesiyle bir ahenk yaratıyordu . Seviyordum kışları , kış günlerini , karın getirdiği sevinci ...
Oturduğumuz ev tek katlıydı üst katımız çatı katı ve boştu çok eski olduğu için ve yaptıracak paramız olmadığı için yandaki babaannemlerin evini vefat ettikten sonra biraz onarmış ve birilerinin kiralamaları için umut etmeye başlamıştık . Beklemiştik aslında biraz , her gün oturur ve oturma odasının kırık camından dışarıyı izler ve hayal kurmaya başlardım.
Dışarı çıkarak eski olan ayakkabılarımı giyerek otuz adım ara olan babaannemin evine yürüyordum . Aslında biraz çekiniyordum ondan oyuncağı olan çocuktan . Halâ kapıda bekliyor ve çıplak küçük elleriyle kara ellemeye çalışıyor gülümsüyor ve bazende karın erimesine dudaklarını büzerek şaşıyordu . Onun sevimli olduğunu düşünüyordum ve karar vererek onun yanına yürümeye başladım. Evin kapısına geldiğim de onu artık çok yakından görüyordum . Burnu kızarmış , dolgun olan hafif dalgalı saçları alnına düşmüş gülümseyerek bana bakıyordu.
Gülümsemesinden güneş doğmuştu sanki bana doğru ... Öyle sıcak ve masum
Ben ona öylece bakarak kalakalmıştım ne bir mimik ne bir laf edebiliyordum . Ona tekrar baktım, karın üstüne bıraktığı oyuncağını tekrar eline alarak kapının önünde ki merdivenlerden yavaşça inmiş ve karların üstüne basarak sonunda yanıma gelmişti. Benden kısaydı biraz ve başını kaldırmış sadece bakıyordu öylece .
Gülümsemiştim bende hafifçe , sağ elimi kaldırarak yavaşça saçlarını gözlerinin önünden çekmiş o ise hemen dudaklarını aralayarak ilk konuşan olmuştu "saçlarımı beğendin mi şişko yanaklı kişi " şaşırmıştım yanaklarıma iltifat mı etmişti yoksa beğenmişmiydi anlayamamıştım "bana şişko mu diyorsun sen şimdi " dediğimde hafifçe kaşlarını kaldırmış ve tekrar gülümseyerek "hayır hayır yanakların çok güzel " dediğinde gönlüm biraz hafiflemişti "yaşın kaç senin " diye merak ederek sormuştum .
Sol elini kaldırarak parmaklarını dört ve üç rakamı arasında kararsız kalarak sonunda dört yapmıştı "beş yaşındayım ben " demişti ben ise sesli gülerek " beş böyle olur yanlış yapıyorsun " diyerek elimi kaldırarak beş yapmış ona göstermiştim . Kaşlarını çatarak "sen kaç yaşındasın" diye sormuştu sanırım o da merak ediyordu "sekiz yaşındayım büyüğüm senden" "bende büyüğüm ki " diyerek kollarını bağlamış , kaşlarını çatmış ve hafif sola dönmüştü.
Tatlı bulmuştum bu halini . Sonra biraz sakince durmuş iki elini kaldırarak yanaklarımı hafifçe sıkmış "ismini bana neden söylemiyorsun " diyerek sitem etmişti "ismimi hiç sormadın ki " diyerek hafif yüksek sesle bu sefer ben yakınmıştım "doğru ama sen yine de söyle " diyerek gözlerini yere dikmiş ve ellerini arkasından birleştirmişti "ismim Jimin ya senin ? " "benimde Jungkook " demiş ve bana fırsat vermeyerek " arkadaş mı olduk şimdi " diyerek hafifçe hoplamış ve elleriyle ağzını kapatarak gülmüştü " evet şuan arkadaş olduk " diyerek siyah saçlarını tekrar parmaklarımla taramıştım.
Yeni acılara yelken açtığımı bilmeden , heyecanlanmıştım çocukça bir sevgiyle ...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNEŞ DOĞANA KADAR
General FictionTek zenginliğimiz gözlerimizde ki bitmeyen umudumuzdu...