Hayatım boyunca hep bir şeylerden kaçtım. Acılardan, mutluluklardan, ağlamaktan ve kötü olan her şeyden. Ama biliyordum, bir gün gelecek ve ben yorulup kaçmayı bırakacaktım.
Ben Dilhun. Denizlerin sonsuzluk, gök yüzünün bitiş noktası olduğuna inanan bir kızım. Annem ve babam neredeler bilmiyorum, aslında bakarsanız bilmek de istemiyorum. Çünkü onlar benden kaçmışlardı, onlar sayesinde ben de kaçmayı öğrenmiştim ve hayatımı yaşamıştım. İlk kaçışımı 8 yaşımda yaptım, amcamın evinden kaçarak. Sokaklarda bir yerlere sığınmıştım ve birkaç günü öyle geçirmiştim. Sonra ilk yakalanışımı yaşadım, polisler tarafından. Polislerin beni nasıl bulduğunu bilmiyordum, ama bulmuşlardı işte. Beni alıp yetimhaneye bırakmışlardı. Orda güvenlik olduğu için kaçamamıştım, ama 11 yaşıma geldiğimde güvenliği de atlatabilmiştim. Her yaşım bana ayrı bir şey katmıştı. Her yaşıma minnettardım. 12yaşımdan sonra yine sokaklarda duruyordum. Gidecek bir yerim yoktu çünkü. Bundan sonra her sokak benim evimdi diye düşünüyordum, ama 12 yaşımda her şey değişti.
Her gün dolaştığım sokağın başında bir adam beni bekliyordu, ben de ona doğru gidiyordum. Hiç bilmeden ona doğru gidiyordum. Yavaş ve sarsak adamlarla. Aylardan Kasım'dı, havada esen rüzgar her zamanki gibi bedenimi üşütüyordu. Hayatımın dönüm noktasının karşısında durmuştum. Ve sonra o kelimeleri duydum.
"Bundan sonra ben ne dersem o, küçük hanım."
Dediği gibi olmuştu, o ne isterse yapmıştım. Daha doğrusu yapmıştık. Şimdi 22 yaşında genç bir kadınım, benimle birlikte kalan benim gibi beş kişi daha var. Biz kim miydik? Biz Yiğit Başaran'ın elzemleri, vazgeçilmez, dokunulmaz insanlarıyız.
Her ay olduğu gibi bu ay da mumlarımı odamın belirli yerlere koydum ve hepsini teker teker yaktım. Kitaplığıma önüne geldim, gözlerimi kapattım ve işaret parmağımı kitaplarımın üstünde gezdirdim. İçimden üçten geriye saydım. 3, 2, 1 dur. Parmağımı üstünde tuttuğum kitaba baktım, onu aldım, içimden bir sayı tuttum. 25. Tuttuğum sayıyı açtım ve gözlerimi altını çizdiğim satırlarda dolaştırdım.
"Kalbim, kurmalı eski bir oyuncak gibi durmayı bekliyordu sanki. Eminim durduğu an bir daha kurulamayacaktı."
Bu satırı çizdiğim gün geldi aklıma. Aynı böyle bir gün başlamıştım bu kitaba. Her ay yaptığım gibi alışveriş yaptığım günlerden birinde..
"Dilhun."
Duyduğum sesle başımı kapıma çevirdim ve onu gördüm. "Ne oldu?"
"Yiğit abi geldi, yeni iş varmış."
Kitabımı kapattım ve sarı saçların sahibine döndüm. "Tamam geliyorum."
Kapım kapanırken ben de ayağa kalktım, odamın girişinden başlayarak sonuna kadar mumları söndürmeye başladım. Balkonumun kapısına geldiğimde gözüm karşı binadaki çocuğa takıldı. Sigara içiyordu, taş çatlasın lise 1'e gidiyordu. Umursamadım, bedenimi oradan uzaklaştırdım ve odamdan çıkmak için kapıya yöneldim. Kapıyı açıp daşır çıktığımda etrafta alışılmamış bir sessizlik vardı. Yiğit abi geldiğinde etrafta kasvetli bir hava olurdu, ama bu gün öyle değildi.
Uyuşuk adımlarla oturma odasına gittim ve "Çağırılmışım," dedim. Herkesin gözü beni bulduğunda benim gözüm sadece Yiğit abideydi. Hemen salonun köşesindeki yerime geçtim ve söze başladım. "Hadi ama yine mi iş?"
"Evet yine iş Dilhun hanım."
Doğay birden lafa atlayıp "Bu bizim görevimiz," dediğinde alayla gülümsedim. "Sizin göreviniz olabilir ama benim değil."