Bazen bir anda her şeyi bırakıp bir köşeye çekilmek isteriz. Çünkü öyle bir an geliyorki, yaşadıklarımızı veya yaşayacaklarımızı gördükçe üstümüzde hissettiğimiz stres ve yükü taşıyamamaktan korkuyoruz.
Fakat hayat her zaman her istediğimizi bize vermiyor. Veremiyor. Çünkü onun uyması gereken 'kendi' kuralları var.
Yaptığımız bir işin sonucunu beğenmeyip bundan yakınıp durduğumuz bir an mutlaka olmuştur. Şartlara ya da ortama suç atarız. Fakat aslında yakındığımızın sonucun, bizim kendi seçeneklerden dolayı ortaya çıktığını o an göremeyiz ya da görmek istemeyiz.
Bana göre biz bir yolunda ilerleyen kervansaraylarız. Üstümüze hayatın yükünü aldık gidiyoruz. Seçeceğimiz yolun sonunda belki şehre ulaşıp yükümüzü bırakarak refaha ulaşabiliriz. Ya da seçtiğimiz yanlış yolda ormanlığa dalarak orada kaybolabiliriz. Tabii birde önümüze çıkan eşkiyaları/engelleri aşabilmek var.
Bu sonu belli olmayan yolda kendi yolumuzu seçer, çıkan sonuca göre hayatımızı sürdürürüz. Hayat hep böyle. Kural bu.
Ya da belki de en başta bir başkası bizim yerimize kendi kafasına göre bizim yolumuzu seçer.
Siz hangisisiniz? Ben ikinci olanım. Doğduğum zaman ve büyüdüğüm zaman seçebileceğim pek bir yol yoktu.
Doğduğumda ne annem vardı ne babam.. Şu an yaşıyorlar mı onu bile bilmiyordum. 8 yaşım ve ondan öncesine dair hiçbir anım yok. Sadece arada bir çimenlikte koştuğum çocukluk anlarım rüyalarıma giriyor. Geri kalan anılarım, zihnimi ne kadar zorlarsam zorlayayım bana hiç görünmüyor. Sanki benden kaçıp gitmiş gibiler.
Küçüklüğüm Kontuma hizmet etmekle geçti. Bu yüzden çoğu kavramı çok uzun süre sonrada olsa kendim öğrendim. Küçük bir yolcu olan ben, yolumda doğru çıkışı bulmaya çalışırken sürekli eşkiyalara rastaladım. Ben, annenin ne demek olduğunu 9 yaşında Kontuma şarap alırken öğrendim.
"Anne?" demişti küçük çocuk yanındaki kadına doğru. Kadınsa sırada beklerken aynı zamanda yanında duran çocuğuna döndü. Sanki daha fazla baksa canı acıyacakmış gibi ona nazik bir şefkatle bakıyordu "Efendim yavrum benim?" deyip gülümseyen kadın, çocuğun elini öptü.
Demek sevgi buydu.
"O oyuncağı alacağız değil mi?"
"Tabi ki alacağız bitanem. Akşam yemeği için içeceğimizi alalım, onu da alacağız."
Sonra oğlunun saçını koklayan kadın onun saçlarına minik bir buse kondurdu.
Şarabı almış her zamanki gibi yürüyerek kasaba dışına çıktıktan sonra villaya ulaşmaya çalışırken ilk defa bacaklarım çok acımamıştı. Çünkü sevgiyi düşünüyordum. O, ona anne demişti. O da, ona yavrum. Resmen birbirlerini sahiplenmişler. Sevildiğini bilmek çok.. çok güzel bir şey olmalıydı.
Baba kelimesini de yine Kontumun ev alışverişini yaparken biri kadın biri erkek olan iki kişi çocuklarıyla oynarken farkettim. Baba. Seni her zaman canı pahasına koruyacak birisi.. Ona bağırsanda seni hep sevecek olan koruyucun..
Aile onların koruyucusuymuş.
Koruyucu melekleri.
Meğer benimde ondan varmış.. yani koruyucu meleklerim.
Ama gitmişler.
Yaşıyorlar mı bilmiyorum ama,
yinede uzakta bir yerlerde beni seven birilerinin olması, iyi hissettiriyordu. Yani beni seviyorlarsa tabii.
Evdeki hizmetim bittiğinde taş zemine bir örtü serip uyuduğum yatağıma girdiğimde ailemle konuşur onlara günüm nasıl geçtiğini anlatırdım. Belki beni duyup dinlerlerdi ha?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maybe You? |SHUJİN
Teen Fiction"Ben sonumuz için onu bulmaya çalışırken, o var oluşumuz için beni arıyordu."