part 2: "God and Demon."

116 10 20
                                    


(Julia Brennan- İnner Demons)

" İki insan rastgele birbirine yaklaşır, sonra bir şeyler duyarlar ve bir süre orada kalırlar. Sonra bir sergüzeşte dalarlar. Önce bir mutluluk hissi başlar, sonra saldırılar. Derken bir hayranlık meydana gelir ve arkasından da dert başlar."
                               (Goethe- Faust)

Lütfen düşüncelerinizi bana yazın. İlhamım sizsiniz.

Keyifli okumalar..

***

Kemanın dingin senfonisi, geniş salonda yankılanarak ritmik bir akışa eşlik ediyor; kulaklarımı, ruhumu, aynı zamanda stresimi temizliyordu.

Takım elbisesi zümrüt yeşili olan kemanist, bir kez dahi göz kapaklarını aralayıp uç uca oturduğumuz yuvarlak masaya gözlerini sürmemişti. Lakin üçüncü gözü fazla keskin ve berrak olmalı ki, kelimelerin sivrildiği anda kemanın sakin sesi ile törpülüyordu dudaklarımızı.

Bu masanın başına ilk kez oturmuyordum. En fazla ciddiyet gerektiren, dikkat isteyen buluşmaları dahi bu masanın karşısında gerçekleştirmiş ve bir şekilde zamanı tüketmeyi başarmıştım. Eğer çekinip utanması gereken biri varsa, o kişi kesinlikle ben değildim. Nihayetinde sorunu çözmek için oradaydık ve belirli taleplere onay verecek yahut reddedecek olan kişi bendim.

Lider bendim.

Lakin zaman, bana ihanet eder gibi kendi sarayımda, kendi masamda beni bir misafirin yerine koymuştu.
Kırmızı, kadife masa örtüsü dizlerime kadar iniyor, en azından birbirine kenetlediğim bacaklarımın acziyetini saklıyordu.

Yazık, diyordum içten içe kendime.

Yazık sana Kim.

Sanki karşımda pek bir rahat oturan bu adamla bir statü karmaşası yaşıyorduk. İlkti bu hissettiklerim ve bir anlam verecek vaziyette değildim.

Gözlerim usulca yüzüne tırmandığında, kendimi ürkek bir ceylandan farksız hissetmiştim. Kendinden emin bir şekilde dudağı hafifçe kıvrılmış, masaya dirseğini koyarak bir eline gevşekçe tutuşturduğu kırmızı şarabından bir yudum almıştı. Zira ben bir ceylansam, o kesinlikle avını süzen bir aslana dönüşür, bir hamlede tırnaklarını etime geçirirdi.

"Bir rahatsızlığınız yoktur umarım. Pek iyi görünmüyorsunuz."

Pürüzsüz ve tok sesini işittiğim vakit, dalgın halimden hafif bir öksürükle kurtularak kendime geldim. Bir rahatsızlığım yoktu lakin rahatsız olduğum açıktı. Nedendir bilinmez, onlarca duygunun ağırlığını bir anda sırtıma yüklenmişim gibi sersem hissediyordum. Yüzümü istemsizce buruştururken, "Sağlığım gayet yerindedir." diyerek bir elimi dizime koydum.

"Lakin halsiz hissettiğim doğrudur. Malum, son zamanlarda sarayı ziyaret eden çok fazla Kont var."

Cümlemi bitirmemle bir olarak kemikli parmaklarını havada savuşturur gibi sallayarak, "Ahh, benden kaynaklı olmalı." diyerek sahte bir yakarışla kaşlarını çatmıştı.

"Başınızı ağrıtmış olmalıyım Lordum lakin bilirsiniz, nâmım pek bir geniştir. Ne yapsam asiller ayaklanıveriyor. Özellikle gün yüzü görmem onları hayli şaşırtmış, hareketlendirmiş olmalı."

Masum olmayan hafif bir kıkırtıyla yerinde dikleştiğinde, küçük bir çocuğun yaramazlık yaptığında yüzüne oturan o zevkli, muzip ifade yer edinmişti hemen suratında. İstemsizce ürpermiştim.

"Hazır konusu açılmışken," diye devam etti.

"Anlatsanıza, nasıl işler bu saray?"

İrislerim yeniden gözlerine tırmanırken bembeyaz yüzünün, şarapla bir parlayan dudaklarının ve kalemle çizilmiş burnunun kıyısından geçmiştim. Gözlerine ise uyuşukça bakıyordum. Ondan evvel kimsede görmediğim bir renge sahiplik ediyordu iri gözleri.

Norowa Reta || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin