3

94 9 12
                                    

Bölüm müziği:
(BANKS - Contaminated)

Umarım severek okursunuz ♡

(2004, 2 Aralık)

Yağmur damlalarının camlara çarparak oluşturduğu sesler, evlerinde oturan insanlara huzur verici bir müzik gibi gelirken, sokaklarda yaşayan, işinden dönen, markete giden ve ekmeğini sokakta bir şeyler satarak kazanan onca insan için büyük bir kabusa dönüşmüş, hepsinin lanetler okuyarak kaçışmasına sebep olmuştu. Belki bir belki iki kişi bu yağmurun altında ruhlarını temizliyor, hasta olmayı ya da ıslanmayı umursamadan, aziz damlaların, derilerinden içeri sızarak altındaki paslanmış ruhlarına ulaşmasına izin veriyorlardı. Göz dolduran binaların üstünden uçuşan kuşların bazıları yağmurdan kaçıyor gibi görünse de bazıları keyfine kanat çırpıyormuş gibiydi. Her bir adımda etrafa sıçrayan su damlaları paçaları ıslatıyor, değmeden geçmediği bir yer olmadığına dikkat ederek yağmaya devam ediyordu. Düşen damlaların sesleri, insanların koşuşturma seslerine karışıyor ve etraftaki tek gürültü haline geliyordu. Güneş sanki uzun bir tatile çıkmış gibi kendini hiç bir şekilde belli etmiyor ve kara bulutların arkasında bir kaç saat daha duracakmış gibi görünüyordu. Saat akşam altı sularına yaklaşıyor, okulda çalınan bir zil misali insanların işlerinden çıkması için en büyük sinyali veriyordu. Evlerini iş, işlerini ev yapanlar hariç bir çok insan ekmek teknesinden ayrılarak şiddetle devam eden yağmurun altına yuvasına dönmeye çalışıyordu.

Evine dönen onca insanın aksine evinden kopartılarak hayatının işine zorla getirilen küçük bir çocuk vardı. Gözlerini, dışarıda yağan yağmur damlalarından bir kaçının yüzünde yer edinmesi ile yavaşça araladığında küçük bedeninin, uzandığı sert yatakta tutulduğunu ve ağrımaya başladığını hissedebiliyordu. Küçük gözleri aralandığı anda aradığı ilk kişiyi bulamaması ve uyandığı bu yerin her zaman uyandığı o oda olmaması, bedenine ve bedeninin altında yatan masum ruhuna korkunun kalın kumaşını özenle işlemeye başlamıştı. Derinleşen nefesleri ve korkunun getirdiği karın ağrısı ile dolan gözleriyle bulunduğu küçük odayı incelemeye başladı.

Karanlık odada bulunan lamba arada yanıp sönerek zayıf sarı ışığı ile odayı aydınlatmak için büyük bir savaş veriyordu. Fil dişi duvarlar, üzerinde zamanın karartısını ve kirini taşıyor, yanıp sönen ışık altında kendini belli ediyordu. Taş zemin burayı bir odadan ziyade bir zindan gibi gösteriyor, içeriye biri adımlasa küçük oğlanın gözünde direkt birer cellata dönüşecek gibi duruyordu. Üzerinde oturur pozisyon aldığı metal yatak en ufak hareketinde sinir bozucu sesler çıkartarak kulaklarını tırmalıyordu. Oldukça yukarıda kalan ince fakat uzun camdan yağan yağmuru ve kararan havayı görebiliyordu. Duvarlardaki kanlar gözükmese de kendilerini oldukça iyi bir şekilde hissettirmeyi başarıyor, bu korkutucu ve iç karartıcı odayı daha da kasvetli bir hale getiriyordu. Metal bir masa ve dolap ile doldurulmuş orta boyutlardaki bu oda bir korku filminin en korkunç sahnesinden fırlamış gibi duruyordu. Sessizlik duvarlardan sekiyor, odanın yarattığı korkunç atmosferin içinden süzülerek küçük oğlanın kulaklarına büyük bir gürültü olarak ulaşıyordu. Sanki yeterli havası yokmuş gibi aldığı her nefesi tutabildiği kadar uzun tutuyor, verirken ise büyük tereddütler eşliğinde yavaş ve titrek bir şekilde veriyordu. Dışarıya açıldığını tahmin ettiği büyük metal kapının içinden annesi dışında başka hiç kimsenin gelmesini istemiyor, yabancı birini görmemek adına iki elini birleştirmiş gökteki tanrısına dua ediyordu.

Tavandaki cılız ışık, odanın içinde bulunan lavaboyu aydınlatmaya yetmediği için küçük lavabo karanlığa gömülerek en korkunç canavarlara ev sahipliği yapmaya başlamıştı gözünde. Nerede olduğunu bilmiyor, annesinin ne zaman gelip onu bu korkunç yerden çıkaracağını deli gibi merak ediyordu. Yaşlarla dolup taşan kahverengi gözlerini, duyduğu derin korkudan ötürü kapatmakta büyük bir tereddüt gösteriyordu elinde olmadan. Sanki gözlerini kapattığı anda odada gizlenen canavarlar ortaya çıkacak, küçük oğlanı kendi çığlıklarında boğacaklardı. Yuvarlak ve büyük gözlerinden bir iki damla aşağı doğru süzülürken cılız sesi ile "Hanımefendi." diye mırıldandı. Sırtını arkasındaki duvara yaslayarak bacaklarını kendine çekmiş, titreyen kollarını da bacaklarına sarmıştı. Tepesindeki sızdıran tavandan düşen yağmur damlaları oturduğu yatağı yavaş yavaş ıslatıyor, arada da yüzüne bir iki damla konuyordu. Korkuyu her bir zerresinde en derinden hisseden çocuk neden burada olduğunu, buranın neresi olduğunu sorgulama olayını atlayarak direkt çıkmak için yalvardığı kısma geçmişti. Nerede olduğu veya neden burada olduğu umurunda değildi. Sadece gitmek istiyordu. "Anne..." dedi ağlayarak. Ona böyle seslenmesinin yasak olduğunu biliyordu yine de söyledi. "Yardım edin."

Experiment | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin