Bölüm Müziği
(Dark Piano - Liar)Uzun zamandır yoktum geri geldimm. Umarım severek okursunuz.<3
(2018 - 28 Nisan)
Paha biçilmez olduğu söylenirdi bazı şeylerin. Çoğu zaman takılar, pırlantalar, lüks evler ya da arabalar için kullanılırdı. Fakat hepsinin üstüne fiyatını yazan ise paha biçilmez olduğunu söyleyen insanlarla aynıydı. Üstüne fiyat etiketi çoktan yapıştırılmış bu rezil dünyada cidden neydi paha biçilmez olan?
Canın kıymetli ve paha biçilmez olduğu söylendi hayvanların insanlara mal gibi satıldığı dünyada. Canı satın almamızı sağlamış, aşağılık ruhlarımızı sanki olabilir gibi daha da alay konusu yapmışlardı. Cidden bir şeyler yok muydu paranın ulaşamayacağı kadar yüksekte olan. Nefesler mesela. Her nefes için ne kadar öderdik? Yaşamın her saniyesine fiyat koysaydık eğer yaşamı satın almak için ne kadara ihtiyacımız olurdu?
Paha biçilmez olan buydu. Nefes. Onu satın alamazdınız. Fiyat koyamaz, etiket yapıştıramazdınız. Bir kaç aşağılık kağıt parçasıyla takas etmek şöyle dursun, kıyaslamak bile hakaret sayılırdı kanımca. İnsanlar gözü kör, kibirli ve görmesini bilene oldukça acınası varlıklardı. Güç, elde tutulamaz, irade altına alınamazsa kendi içinde evrimleşir, büyür, kararır ve korkutucu bir şeye dönüşürdü. İradeyi altına alır, göz boyar, kalbi kötülüğe gebe kılardı. Tanrı insanları kendi suretinden yarattığını söylese de şeytanın kibri varoluşlarından bu yana damarlarında akar, narsistlik bedenlerinde kol gezerdi. Tanrının pişmanlığının bir yansımasıydı insanlığın kendisi. Her şeyden üstün olma arzusuyla yanıp tutuştular. Onlar nefese fiyat biçtiler. Sırf adı "çalmak" değil de "satın almak" olsun diyeydi bu çaba. Ama bir hayat hiçbir zaman satın alınamazdı, çünkü fiyat asla değer için yeterli olmazdı. Bahsi geçen şey sadece çalmaktı.
Hayatları çalanlar, nefesleri kavanozlamış yarın için rafa kaldırmıştı. Hayatları çalınanlar ise çaresizce yalvarmış, aslında zaten sahip olmaları gereken nefesler için ağlayıp kıvranmışlardı.
Ağlamaların ve yakarışların kendi içinde sessizliğe dönüştüğü siyah duvarları olan odada nefesleri çalınmış genç, beyaz yatakta uzanıp gözlerini tavana dikmişti. Onun kavanozu çoktan kırılmış, nefesleri etrafa saçılmıştı. Artık onları geri alma gibi bir şansı bile olmadığından ne gözyaşlarının ne de yalvarışların bir değeri kalmıştı. Çığlıkları biri duysun diye değil daha çok acı dinsin diyeydi artık. Gri irisleri duygulardan arınmış gibi gözüküyordu dışarıdan. Fakat dışarıdan görülen bir yansıma, bir yanılgıydı daha çok. Herkes görmek istediğini görür kimse derine inme gereği duymazdı. Bir sahibi bilirdi gözlerinde gerçekten neler sakladığını. Bir o bilirdi abartıların kalın kumaşı altında saklanmış ölümün özünde ne kadar sıradan bir şey olduğunu. İnsanlar abartmaya meyilliydi. Ölümün kendisine dokunmasından korkan onca insanın aksine kömür karası saçları olan oğlan ölüme kucak açmış, onu kemiklerinde, derisinde, ruhunda, gri irislerinde taşımıştı. Çünkü hayat çalındığında elde kalan tek şeydi ölüm. Tanrı kulaklarını tıkayıp gözlerini yumduğunda, arkasına bakmadan ayrıldığında elde kalan tek şeydi Şeytan.
Yaşama isteğiyle yanıp tutuşturan alevler Tanrı gittiğinde Şeytan'ın eline düşüyor, bu sefer ölme ve öldürme isteğiyle yakmaya başlıyor, ruhu kavurmasına karşın bedeni yalnızca soğutuyordu. Dışarıdan bakıldığında gözükmüyordu yanık izleri; aynı gözlerinde gözükmeyen duygular gibi. Gözle görülebilen şeylerin yanılgılarından biriydi bu da. Vücudunda hissedilen soğukluk ruhunun alevlerinin dışa vurmasını, vücudunda hissedilmesini önlüyor, dünyayı cehennem haline getiren bu alevler gizlice ve sessizce deri altından hallediyordu işlerini.