Kavurucu güneşe gözlerimi kısarak baktım. Sabahın erken saatleriydi. Evdeki kimse uyanmamıştı, yanımda düşman ablam da uyumuştu. Parmaklarım uyuşuyor, arada bir morarıyordu. Oynatmak için beni dürtüklüyordu çünkü kangren olup parmaklarımı, koluma çıkarsa kolumu bile kesebilirdiler.
Jaehyun benim kadar acı çekiyor muydu? Gerçekten her parmaklarımı oynattığımda o his... alışmak zordu. Birkaç kez parmaklarımı oynatıp geri uyumak için uğraş verdim. Uyuyamıyordum. Pijamalarımla aşağı inip kutu içindeki televizyonla bakıştım. Elimi tahtaya götürecektim ama bahçeden gelen kuş seslerinin olduğu yere döndüm. Bahçenin o çimen, toprak kokusunu arka kapıyı açınca aldım. Bahçemize aşıktım.
Çıplak ayaklarımla kapıdan dışarı adım attım. Yerde gördüğüm kirpiyle donakaldım. Geçen sefer gördüğümde onunla birlikte yürümek istemiştim ama sonra sanki ölmüştü ben geldiğimde. Yavaştan gidip yere uzandım. Yürümesini izliyordum. Bu sefer benden korkmamıştı. Küçük ayakları, kahverengi-grimsi buruşuk derisi ve gözleri... etkileyiciydi. Kolumda hissettiğim sıcaklık ve acıyla doğrulup dik tuttum.
"Çok tatlı değil mi? Onun adını ne koyalım?"
Arkamı döndüğümde beş parmağını ayırıp selam verdi. Üstünde pijaması vardı.
"Parmaklarını yoksa hâlâ böyle yapamıyor musun?"
Ardı arkası kesilmeyen sorularına karşın kafam karışmıştı. Üçüncüsünden başladım cevap vermeye.
"Hayır, yapamıyorum. Çok acıyor."
"Belli, parmakların morarmış. Daha koyu olursa gitmek zorundasın hastaneye."
Bir daha gitmek istemediğimi biliyordu. Tüm herkesi korkutmuştum çığlıklarımla. Canımın bir parçasını o hastanede bırakmıştım.
Eğilip "Bir şeyi sıkıyormuş gibi, elin karıncalandı. Alışacaksın birazdan. Bayağı kan toplanmış." diye söyleyince gözlerim dolu dolu oynatmaya çalışmıştım. Çok korkutmuştu beni. Elim yavaş yavaş alışıyordu. Şimdi ise çocuk oyuncağıydı.
"Bence Betty olsun. Kapkara, Betty Bop'u andırıyor."
Bu zekiceydi! Kız mı erkek mi yoksa cinsiyetsiz mi bilmeden kendimiz çoktan kendisine uygun bir şeyler uydurmuştuk.
"Evet, zarifçe ileri doğru adım atıyor. Sanki ayaklarında topuklu var ve tüm bacağını yemiş."
"Artık bu bahçenin kraliçesi."
"Ondan ücret almalıyız Jaehyun abi."
Adını söylediğimde yüzünde bir gülümseme oluştu. Yanağının yanında küçük bir çukur oluşmuştu. Oraya domates çıkması için ufak fidan dikmeliydim.
"Neden bu saatte kalktın?"
"Hep bu saatte kalkıyorum. İnadına sanki, çok da sağlam uyumadım. Söylesene, buradaki arkadaşların nasıl insanlar?"
"Ben fazla konuşmuyorum."
Kafamı eğip sol elimi ağzıma götürdüm.
"Biliyor musun, burada hikâye okumak çok eğlenceli oluyor. Başkasında olmayan ağaçların dallarını tutup sallıyorum. Babam bana genelde topluyor ve ben gölgesinden faydalanırken meyvesini yiyorum. Hatta şu dutlar, yıkamadan yiyorum. Öyle güzeller ki, mutlaka bir gün beraber yemeliyiz."
"Karnın ağrımıyor mu?"
"Hayır, bunlar çok doğal. Erik yerken çok ağrıyor sadece. Erikleri sevmiyorum, ekşiler. Tuza batırınca da dudaklarım yanıyor üstelik."
"Onu demiyorum, tırnaklarını kemiriyorsun!"
Hemen elimi çektim. Utançtan yüzüm yanıyordu. Bu çok aptalcaydı!
"Pardon, bazen çok açık sözlü oluyorum."
"Şey, benim gitmem gerek. Sonra... konuşuruz... yani görüşürüz."
Koşarak eve gidip mutfak kapısını kapattım. Ablam ise karşımda dikilmiş gözlerini ovuşturup gülüyordu.
"Aptal, tırnaklarını yememeni dedi değil mi?"
•••
Aradan geçen bir gün sonra yan komşumuz teyze ev işlerinden başını kaldırıp sohbet etmeye gelmişti. Amerika'da olan yaşamlarını anlatıyordu. Jaehyun abi ise yanımda kanepede oturuyordu. Konuşmamıştık.
"Özür dilerim. Bana bahçeyi gezdirmeyeceksin değil mi?"
Hayır! Hemen yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.
"Ben o konuyu unuttum. Hadi gel."
Onlar konuşmaya dalmışken biz evden koşarak bahçeye çıktık. Utanıyordum ama bunu yapmayacak değildim.
Kocaman bahçeye bakıp iç geçiriyordu. Eski yaşamı nasıldı acaba?
Sebzelere geldiğimizde, üzümlerin olduğu bağların bulunduğu küçük alana baktı.
"Tanrı'm aklımdan neler geçiyor bir bilsen Taeyong! Ama bunları sana söyleyemem. Çok fazla iyi."
Omuzlarımı düşürdüm hüzünle. Israr etmedim anlatması için. Duvarların kenarlarını kaplayan çeşit çeşit çiçeklere baktık ve yakınımızdaki en yakın olan armut ağacına yaslandık. Yere düşmüş olan armutların en temizinden bir tanesini ona uzattım. Ben yemek istemiyordum.
"Abi, seni mahallemdeki çocuklarla ne zaman tanıştırmamı istersin?"
Koca bir ısırık almadan önce armutu inceliyordu.
"Doğrusunu istersen hiç tanışmak istemiyorum. Çünkü seni o ağacın üstünde bırakıp giden çocuklardan pek bir şey beklemiyorum. Bana zarar vermelerini istemiyorum. Kendimi koruyabilirim ama..."
Bir ısırık alıp bana baktı.
"... seni düşünüyorum. Artık beraberiz. O çocuklar sana zarar verdi. Seni nasıl koruyabilirim bilmiyorum."
Onların içinde en ufak kötülük yoktu. Belki bazılarının vardı. Biraz saftım. Her gülene iyi diyebilirdim. Korkunçtu.
Jaehyun abinin dedikleri kalbime dokunmuştu. Armutu bitmişti ama ben hâlâ düşünüyordum.
"Taeyong, ben seni çok sevdim. Ama böyle insanlarla pek sıkı fıkı olma. Sadece kendin için ol. Çünkü sana ancak öyle yararları dokunacak. Küçük biri büyüdüğünde sana nasıl davranabilir ki onlarla beraber kalarak?"
"Bunu bilemeyiz. Ayrıca onlar seni hayalet sandı."
Elinde çöpünü çevirdi. Cevap vermek yerine sustu. Bahçeden çıktığımızda onun biraz seçici olduğunu düşündüm. Haklı çıkmayacaktım. Gıcık da olmuştum. Utancım yerine ona uyuz kapmıştım.
Akşam olduğunda üst kattaki antrenin penceresinden odasına ateş edercesine bakıyordum. Mahallemdeki çocuklar ile o kadar ilgilenmesem de bir an önemli konuma gelmiştiler ve Jaehyun abi hepsini kötülemişti.
Ben de onunla arama mesafe koyacaktım.
Güneşliğini kapatırken beni gördü ve birkaç saniyesini bana bakarak harcadı. Sonra ise tekte çekip ışığını kapattı.
![](https://img.wattpad.com/cover/230980872-288-k990449.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
black or white. jaeyong
Fanfic"Yanlışlarımızla büyüdük bu erik ağacının altında." İki ortak bahçeye sahip olan dost iki aileden bir çiftte doğumla alakalı sorunları bulunmaktadır. Tüm çabalar sonucunda hamile kalan kadının bir erkek çocuğu dünyaya gelir fakat ona arkadaş olacak...