+ Bir kuştum, senin gölgene uçuştum+

107 6 38
                                    

Telaşsız doğan güneş, sanki bugünün özel bir anlamı yokmuşcasına; solgun ve lüksünü gram kaybetmeyen malikanenin üzerine korkusuzca doğdu.
Tıpkı doğayla uyanırmış gibi, erken saatlerde işlerine başlayan hizmetliler, evde var olan sesin kaynağının belkide tek sebebi olmaya adaylardı.

Jungkook, lüksünden taviz vermeyen annesinin, özenle düzenlettirdiği odasında, siyah saten çarşaflarının arasından şişmiş yüzü ve - annesinin düzleştirmesi için sürekli emir verdiği - birbirine karışmış kıvırcık saç tutamlarıyla etrafa baygın bakışlar atmakla pek bir meşgul gibi gözüksede aslında aklındaki tek düşünce, ilk kez özgürce seyahat edebileceğiydi ayrıca seyahatten sonraki mutheşem günleriydi.

Bugün istediğine ulaştığı için epey bir heyecanlıydı. Kafasını kaldırıp duvardaki pek de pahalı olmayan duvar saatine baktığında yolculuk için daha iki saatinin olduğunu görmüş ve hazırlanması için kimsenin yardım etmeyeceğini bilerek - hizmetlilere ailesinin bunu kesinlikle tembihlemiş olduğunu düşünüyordu- yatağından hızla doğruldu. Herzaman ki gibi banyoya ilerlerken içine çöken karamsarlığa engel olamamıştı. Sebebi ise hernekadar bu malikanenin ondaki etkisi, -içindeki insanlar yüzünden güzel olmasada- o içindeki huzursuzluğa mani olamıyordu.
Yaşadığı her olayı içine atıp aynı zamanda ,içinde küçük kartanesi etkisi yaratan olayları hep büyütmüş ve bir çığa dönüştürmüştü. Çığlık atamazdı, yoksa sesin etkisiyle kendi yarattığı çığın altında kalabilirdi. Bu çok zalimceydi. Çünkü o hep sessiz çığlıklar atmak zorunda kalmıştı.

Hızlı bir şekilde işini hallettikten sonra kendisini dolabının önünde buldu. Yavaşca bavuluna kıyafetlerini düzenli bir şekilde yerleştirmeye çalıştı. Kışlık kazaklarını aldı yanına çünkü onu ısıtacak insanlar yoktu etrafında " herzaman ki gibi" dedi içinden. Her şeyi yerleştirdiğinden emin olduktan sonra kalktı ve odasını şöylece bir süzdü.

Sonrası çok hızlı gerçekleşmişti. Kimse onu kapıda uğurlamamıştı ki o da bunu beklemiyordu zaten. Babası en azından şoföre onu tren garına bırakması konusunda hassasiyet göstermişti ki bunun onun için yapılan son şey olduğunu anlamıştı. Annesinin onu uğurlamak gibi bir niyeti yoktu lakin perdenin arkasından ona nefret bakışları atmasının da lüzumu yoktu. Artık kabulleneli çok olmuştu çünkü.

Şoförle göz teması kurmadan arabaya bindi ve araba hızla hareket etmeye başladı. Camdan terk edeceği şehri izleyerek ve içinde az da olsa bir burukluk taşıyarak tren garına varabilmişti. Arabadan inip bavullarını hızla alırken bu şehirde biraz daha kalırsa, ruhunun çevredeki yıkık dökük bir kaç bina altında kalacağından korkarak, bineceği vagona doğru hızlı adımlar attı. Yerine yerleşti. Birkaç dakika sonra tren hareket etmeye başladı. Düşünüyordu " Ah ne kötü! ben de tıpkı bu tren gibiyim; dertlerim öyle çok ki adeta bir kuyruk oluşturmuş ardımda ama çok bariz, çok bariz bir farkımız var bu trenle, o da şüphesiz şu ki : benim hiçbir zaman bu kadar özgür ve hızlı olamamam." Derince iç geçirdi.
__________________________________

Saatler sonra tren istasyona varmıştı. Hep gelmek istediği o şehre. Hep bir şeylerin onu çektiğini düşündüğü, insanlarının sert mizaçlarına, hayatı boyunca göremediği dürüstlüklerine hayran kaldığı o yere gelebilmişti. Dudakları titredi, sevinç dolu bir çığlık atmak istiyordu lakin sanki annesi onu keskin bakışlarıyla susturacakmış gibi sessizleşti.
Yavaşça yerinden kalkıp kendini trenden dışarı attı. Ah ne acıydı; onu burada karşılayacak kimsesi yoktu. Ama yüreğini pek de burkmadı bu durum sebebi apaçık ortadaydı.

JustHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin