🎀 YIKIK DÖKÜK HARABE 🎀

92 86 46
                                    

İkinci bölümle sizlerleyim. Lütfen yorum ve oylamıyı unutmayın olur mu?

En güzeline emanet olun inşallah..:)

:)

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

2.BÖLÜM

Ölümün türküsünü çalan tatlı mimozalar çiçeği kadar masum ve yay gerginliğinde aşkın kayrasında yanıp sönen ışıklar kadar capcanlıydı şehrin ışıkları.

Lanetin iz düşümü iken, hasrete gölge eden yokluk duygusu bastırırdı yetim kalplerimize.
Ve satırların sancıdan kanamalı  ritminde, aşkın bir çöl çiçeğine denk düştüğüne şahitlik eder zaman ayracı. Bu öylesine masum ve ulaşılması zordu ki...
Çok fazla deştikçe, sert bir yüzeye düştüğünüzü ve hatta çıkılması zor bir duruma getirmenizden başka bir sonuç vermiyordu kalplere.

Benim adım Alkım...

Keşke, adımın anlamı gibi rengarenk parıldayan bir gökkuşağı kadar umut verici olsaydı kaderlerimiz.

                    ÜÇ AY ÖNCE...

Kuraklığın ötesine hiç dokunmadan geçmezdi uykularım. Yine bu gece mateminin esrarengiz sesine ürkerek uyandırılmıştım. Sanki görünmez bir elle, birileri tarafından ayaklarımı kavradığı gibi çekiştirilmiştim az önce. Sanki dipsiz bir kuyuya atılmışım da, kalbim yerinden çıkacakmış gibi ürpermişti çaresiz bir şekilde...
Mutluluk veren rüyalarım kendi sınırsızlığına edetta düşmandı. Ufak bir kırıntısını görsem, ya uyandırılıyorum. Ya da korkarak kendim uyanıyorum.

Aynı şimdi de olduğu gibi...

Farklı bir sebeplerden dolayı başka kişiler, birbirlerine bağırılışan sesler yüzünden arınmıştım kuş kadar hafif olan uykumdan ürkerek.

Gölgelerin ötesinde saklanan bedenimi fark etmemeleri için kendimi olabildiğince sakınarak saklama girişimine girişmiştim. Ama tüm yapabildiğim sadece duvarın karanlık yüzüne, sırtımı daha sert bir şekilde dayamak olmuştu. Çünkü kimse yıkık dökük binaya giremez diye bir şey yoktu.

Bazen satıcılar, diğer adıyla bilinen, 'torbacılar' gelirlerdi. Kendilerince bir ortam yaratmak adı altında yapılan tek şey; ortaya tenekeden bir varil koyarak, birden ateşe verirlerdi kendilerinden vazgeçercesine içmek için.

Haftanın bir kaç günüyse ayyaşlar toplanırdı. Kendileri içinde yaşadığı bu döngüyü bir başkalarına dert yanar gibi çıngırdatırdı dert odacığını.

Ve tabi ki de, burada da bitmiyordu yıkık dökük bina harabesinde bulunanlar...

Çoğunlukla benim gibi berduşlar sığınır buralara. Onlar için yıkık dökük harabe binalar, kışın sıcak evlerinde oturmak gibiydi bu gibi binlerce yerler. Üzerlerinize çektiğiniz sıcacık yorgan yerine, laylon poşetler örtülürdü evsiz kalanlar için.

Benim yaşım daha onsekiz...

Ateşin içinde dağlanan bu sözler, bana aittir.

Adımın Alkım olduğu kadar kimselere verebileceğim bir borcum ve hesabım yoktu benim.

Ama keşke olsaydı. Olsaydı da bu durumlara hiç düşmeseydim.

Bilâkis ben, bir tek yetim hanede yetiştiren öğretmenlerimden başka bir hak yoktu üzerlerimde.

Ben ne anne bilirim, ne de bir baba...

Bu iki kelimenin sıfatı bana hem yakın, hem bir o kadar da uzaktı.

Ben çoktan varlığımı, yokluğa meyletmişim.
Güneşin masunluğuna dost edinemem ben artık kendime...
Ben çoktan varlığımı karanlığa teslim etmiştim.
Yürüdüğüm yol boyunca ardımda bıraktığım ayak izlerimi, kendi imhasına hiç tereddüt etmeden şahitlik ediyordu.

Sakladığım bedenimi korkarak duvara daha çok sinmiştim.
Gerginlikten kuruyan boğazımı umursamadan, bugün yine neyin beni bekliyor oluşunu kendi kafamdan kurgular çizip duruyorum.

Ve birden bir siren sesi duyuldu terkedilmiş yıkık dökük bina harabesinde. Ve hemen ardından buraya doğru koşmakta olan hızlı adımlar yaklaşıyordu. 

Adrenalin ve korku duygusu yerleşti ansızın körpecik yüreğime.

Şimdi ben ne yapmalıydım?

🎀 Sizce bu kurgu yarışmaya değer mi katılmak için?

Ve fikirlerinizi belirtin lütfen.

Oy ve yorum yapmayı unutmayın.:)

KIRMIZI KADİFEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin