her yeri toparladıktan sonra çocuğun yattığı koltuğa yaslanmış, yüzünü incelemeye başlamıştım. saçları yeşildi ama boyanmış gibi durmuyordu. sol gözünün yanında eski olduğu belli olan minik bir yara izi vardı, bu ona değişik bir hava katıyordu. yakışıklı görünüyordu, yüzündeki yara bantlarına rağmen hem de.
hafifçe kıpırdanınca yüzlerimizin çok yakın durduğunu fark edip korkmasın diye geri çekildim. yavaşça gözlerini açtı ve doğruldu, ardından da eliyle alnını oyalayıp başının ağrıdığına dair bir şeyler mırıldandı kendi kendine.
"ilaç ister misin?" diye sordum sakince. o anda beni yeni fark etmiş olmalı ki hızla koltuktan kalkıp geriye doğru gitti.
bir şey diyecekmiş gibi ağzını araladı ama sonra vazgeçip odayı incelemeye başladı. gözleri hala kırık olan pencereyi bulduğunda bana döndü. bir bana, bir pencereye baktı bir süre boyunca.
"ben-"
"sorun değil." dedim sözünü keserek. "tamir ettirebilirim."
her gün yeni birileri penceremden fırlayarak evime giriyormuş gibi sakindim, aslında olanları hoşgörüyle karşılamaya çalışıyordum sanırım (çünkü çocuk benden daha korkmuş görünüyordu) ama o, ne beni ne de penceremi umursuyormuş gibi durmuyordu.
"ben geri dönmeliyim." dedi üzgün ama kararlı bir ses tonuyla. "hemen, hemen geri dönmeliyim."
"ne?"
hızla açık balkon kapısından çıkarken onu takip ettim. gökyüzüne bakarak korkulukları sıkıyordu. "hadi, hadi, hadi" diye mırıldanıyordu. gözlerini kapattı ve beklemeye başladı. susup onu izledim, odaklanmaya çalışıyormuş gibiydi.
bir süre öylece durduktan sonra birden gözlerini açtı. dikkatli bakınca ağladığını fark ettim, yine de bir şey diyemedim.
"hayır, olamaz." diyip duruyordu ağlarken. korkulukları bıraktı ve yere çöktü. "yapamıyorum."
"neyi?" diye sordum merakla.
"dönüşemiyorum." dedi umutsuzca yıldızlara bakarak. gözlerinden süzülen damlalar hızla birbirlerini kovalıyorlardı.
"bak," bileğini yukarı çevirdiğinde yanına eğilip gösterdiği yere baktım. küçük bir ejderha dövmesi vardı bileğinde. "parıl parıl parlaması gerekiyordu bunun. ama parlamıyor, ne yapacağım şimdi ben? nasıl evime döneceğim?"
"ben-"
"bilmiyorsun." dedi sözümü keserek. "tabii bilmezsin. sıradan bir insansın sadece. nereden bileceksin ki?"
ellerini saçlarına geçirip ofladı. şu anda ne olduğu ve aslında ne olması gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu, ama durumu kötü görünüyordu. bu yüzden yardım etmek istedim.
"istersen bir süre burada kalabilirsin."
"ne?" kafasını çevip şaşkınca bana baktı.
"evine nasıl döneceğini bulana kadar yani..."
imkansız bir şey söylemişim gibi tek kaşını kaldırdı. "sana niye güveneyim?"
"öncelikle," iç çektim. olanlar hala çok saçma geliyordu ama her şey gözlerimin önünde yaşanmıştı işte. "evime giren sensin. yanlışlıkla ya da değil, burası benim evim sonuçta. ikinci olarak, buradan bakınca gidecek başka yerin yokmuş gibi görünüyor."
cevap vermedi.
"yakınlarda yaşayan bir akraban varsa bilemem tabii-"
"tamam, kabul." gülümsedim. "ama bir şartım var."
"neymiş o?"
"benden hiç kimseye bahsetmeyeceksin. ne ailene, ne arkadaşlarına. hiç kimseye."
sessizce kıkırdadım. saydığı şeylerden hiç birine sahip değildim zaten.
"olmuş bil."
—
yıkık jaehyun yazmaktan niye bu kadar zevk aldığımı ben de bilmiyorum