"jeongin?"
sessizce eve girme çabaları, koridorun sonundaki odasından seslenen kuzeni ile yerle bir olduğunda tedirgince olduğu yerde kalakalmıştı mavi saçlı genç. omzundaki çantayı girişteki vestiyere bırakıp salona doğru ilerledi. kapıda dikilmiş, kendisine bakan arkadaşının arkasını kurtaracağını umuyordu.
"efendim hyung?" alt dudağını dişleyerek seslendi, bakışları minho'nun üstündeydi. tek kaşını kaldırıp onu süzen turuncu saçlı gence sessiz olmasını işaret etti.
chan yattığı yerden kalkmaya tenezzül bile etmemişti, gözleri kapalı bir biçimde yeniden seslenirken cevabı az çok tahmin ediyordu zaten. "gece neredeydin?"
cevabı tahmin ediyor oluşu, buna sinirlenmeyeceği anlamına gelmiyordu elbette. birkaç dakika boyunca süren sessizlik, içeriden gelen boğuşma sesleriyle sona erdiğinde iç geçirip bir kolunu gözlerine örttü.
salonda ise, jeongin'in yerine soruyu cevaplamaya kalkan minho arkadaşının saldırısına uğramıştı. küçük olan, diğerini ikili kanepeye fırlattığı gibi ağzını sıkıca kapatıp üzerine eğilmişti. bunun onu durduracağını düşünmesi hataydı elbette, zira yıllardır vakitlerinin neredeyse tümünü birlikte geçirdiklerinden birbirlerini fazla iyi tanıyorlardı, bu da minho'nun, arkadaşının zayıf noktalarını çok iyi bilmesi demekti.
işaret ve orta parmaklarını küçüğün bel oyuntusuna hafifçe sürttüğünde jeongin saniyeler içinde irkilerek geri çekilmişti, minho bunun üzerine zaferle sırıtarak içeriye doğru seslendi. "hyunjin'in yanındaydı!"
chan zaten beklediği cevapla sessiz kalmayı seçerek arkasını kapıya dönüp uykusuna devam etmeye çalışırken, jeongin sinirden kocaman açtığı gözleriyle arkadaşına bakıyordu. birkaç ay önce, oyunda yenilmeyi yediremeyen jeongin yüzünden başlayan ufak boğuşma benzer şekilde son bulduğunda minho küçüğün belinden etkilendiğini kazara da olsa keşfetmişti, o günden beridir ne zaman elinden kurtulması gerekse aynı yöntemi kullanmaktan çekinmiyordu. zira jeongin'in, turuncu saçlı olanın dokunuşundan kaçmak için geriye çekilmekten başka şansı olmuyordu.
arkadaşlarının içeride boğuştuğuna dair sesler, sarışın olanın azıcık olan uykusunun da kaçmasına neden olunca yatağına veda edip ayaklarını sürüyerek salona yöneldi. iki genci birbirlerinden mümkün olduğunca uzakta otururken bulması, kendini tutamayıp gülmesine yol açmıştı.
"yine beline mi dokundun sen bunun?"
minho kıkırdayarak başını salladı, küçüğün bu şekilde damarına basmaya bayılıyordu doğrusu. "üstüme atladı, sanki sen bilmiyorsun bu bücürün nerelerde gezdiğini."
chan dilini ağzında yuvarlayıp kanepede daha çok yayılırken kuzenine yandan bir bakış attı, diğeri kollarını göğsünde kavuşturmuş, sinirle yere bakıyordu. daha önce bu konuda pek çok kez tartışmışlardı, listeye yeni birini daha eklemeye niyeti yoktu sarışın olanın ama bu hyunjin'e karşı yumuşadığı anlamına gelmiyordu elbette. küçük olana gözüm üzerinde dercesine bir el hareketi yaptı tek kaşı havadayken, mesajin yerine ulaştığını umuyordu.
jeongin, umursamaz bir tavırla diğerine orta parmağını kaldırıp arkasına yaslanmakla yetinirken bakışları sarışının saklamaya bile yeltenmediği boynuna kaydı, ısırık izleri cömert bir biçimde sergileniyordu. chan hiçbir zaman ilişkilerini saklayan birisi olmamıştı arkadaşı ve kuzenine karşı ancak hangi ara biriyle yattığını merak etmişti mavi saçlı genç.
"bana oradan el kol yapacağına sen anlat, gece birini bulup halletmişsin anlaşılan işini."
büyük olan, kuzeninin ve arkadaşının odaklarının boynundaki izler olduğunu fark edince keyifle sırıttı, aklına dün gece gelmişti. uyanışları biraz kaotik olmuştu, inkar edemezdi. yine de adını bile bilmediği o gri saçlı genci yeniden görmek istediğini de iyi biliyordu. kafasına spor ayakkabısını fırlatan çatlağın tekinden etkilenmiş olması garipti, evet, ama chan da pek normal değildi zaten.
"oldu bir şeyler işte," dedi sırıtması genişlerken. "tanımıyorum ama, yazık oldu."
"şaşırmadım." minho gözlerini devirirken kendi kendine söylendi, arkadaşının tek gecelik prensibi ve ikili ilişkilerdeki umursamazlığı sinirlerini bozuyordu. chan her ne kadar turuncu saçlı olanın ağzının içinde gevelediği şeyi duymuş olsa da ortamın gerilmemesi adına duymazdan gelmeyi seçmişti.
bu konu aralarında gergince duran ince bir ip misali duruyordu. en ufak bir hamlede kopmaya hazırdı, bu nedenle ikisi de o hamleyi yapmaktan kaçınıyor olsa da bunun tavırlarına bir soğukluk eklediği de göz ardı edilemezdi. jeongin, minho'nun tek kelimesiyle salona yayılan buz gibi havayı hissetmişçesine aniden ayağa fırlayıp genişçe gülümsedi. birazdan söyleyeceği şey yüzünden sonradan kuzeni ile tartışabileceğini biliyordu bilmesine ancak durumu kurtarmak için tek yol bu gibi görünmüştü gözüne.
"muhabbetinize doyum olmuyor ama ben kaçıyorum," chan'a kaçamak bir bakış attı, dikkatini üzerine çekebilmişti. "hyunjin'le buluşacağız, seni seviyorum chan hyung, geldiğimde söyle ne söyleyeceksen, görüşürüz!" ayağa fırlayan sarışından kaçmak için salondan neredeyse zıplayarak çıkarken o gittikten sonra minho ve chan'ın birbirine girmemesini umuyordu.
telefonu ve şapkasını da alıp evin kapısına yöneldi, bir yandan da hyunjin'e buluşacakları yeri belirten bir mesaj gönderiyordu. chan da onun arkasından ilerleyip yanına yalnızca anahtarlarını alarak evden çıkmıştı, minho'nun damarına istemeden de olsa basmış olduğunun farkındaydı ve evde kalarak gerginliği sürdürmek istemiyordu. nereye gideceği önemli değildi, illa ki vaktini harcayacak bir yer bulurdu. ya da, birini.
🦋
geciktigi icin uzgunum :( tatildeyim ve yazmak icin pek firsatim olmadi, ama onumuzdeki bolumlerde yalnizca ufak duzeltmeler olacagindan uzerlerinde fazla zaman harcamam gerekmeyecegini umuyorum... yaaaani, daha erken gelecek (umarim??)
onceki bolumu ve bunu duz yaziya cevirerek kisilik ozellikleri hakkinda biraz daha ipucu vermis olmak istedim, bu yuzden lutfen bu iki bolumu okumadan gecmeyin
kendinize iyi bakin<33
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kill our way to heaven [askıda]
Fanfikce"oysa birini severken kendinden nefret etmemek gerekirdi." • temmuz, 2020