Ah dağlar!
Yüce, engin, aşılması zor dağlar, şimdi yalın ayak, başı kabak çıksa yayla yoluna, geçit verir miydi bu başı boranlı dağlar, imkan var mıydı, ah var mıydı bir geçit? Yüreği yanıyordu, öyle bir yangının içerisindeydi ki, görse o yüreğini pare pare yakan dağın doruklarını, bir görse yüreği az biraz serinlese...
İmkan yoktu ki buna. Çaresiz boynunu büktü, elindeki çamaşırı daha sert çitilemeye koyuldu. Zalım analığı ölse de izin vermedi kız başına dağa çıkmasına. Ölürdü, ölürdü de göndermezdi o şirret analığı. Çaresizce, Mıstık dedi. Aklına gelen fikirden hemen caydı. Mıstık küçüktü. Mıstık cılızdı, iki adım yürüyemeden, yoruldum aba der, başının etini yerdi. Hem analığı kıymatlı oğulcuğuna kıyıp uzun ve dik yollara salar mıydı? Gizli gitmeliydi, kimseler görmeden, duymadan...Dağlardan eserek söğüt ağaçlarının başını döndüren azgın rüzgara kulak kabarttı. Yılan ıslığına benziyordu rüzgarın sesi. Ürpertici, iç gıcıklıyan türden... Titredi çömeldiği yerden. Elindeki çamaşırı akıp giden buz gibi suya soktu çıkardı birkaç kez. Duruladığı çamaşırı hasır sepete attı sıkıntıyla. Bulmalıydı bir yol ama nasıl? Son çamaşırı da yıkadığında söğüt ağaçlarının dibinde oynayan kardeşine baktı.
"Mıstık hayde, bitti benim işim"
Beline yasladığı sepeti daha sıkı tutup diğer elini de koşarak yanına gelen kardeşine uzattı. Sepetin deliklerinden süzülen çamaşırların suyu eteğine damlıyordu. Damlaların hızlanması ile eteğine baktı. Bacaklarına yapışmıştı ıslak kumaş. Aniden durdu patika yolun ortasında. Beline yasladığı sepeti koydu bir taşın üzerine, iki eli ile kavradığı eteğinin ıslak tarafını kıvırıp sıktı. Başını kaldırıp karşısına baktığında sinsice bakan gözleri gördü. Hışımla avuçlarında tuttuğu eteğini savurdu. Sinirinden rüzgarda titreyen bir dal gibi titredi. Gözlerinden kıvılcımlar saçarak baktı sinsi gözlerin sahibine.
"Ne bakıyon ülen öküz gibi diktin gözlerini?"
Adam bıyıklarını burarak güldü. Sonrada dudaklarında bir ıslık, ardını dönüp çalıların arkasında kayboldu. Reyhan sinirle arkasına baktı, gitmişti gavurun dölü. Nasıl da bakıyordu bön bön! Emme dedi, emme o bakışları uzasaydı akıtmaz mıydı o deyyusun kanını yerlere? Hısımla tuttu kardeşinin elini, hapsetti avucuna minik eli. Çocuğun elini sıktı farkında olmadan.
"Aba elim, elimi acıtıyon!"
Başını eğip baktı avuçlarının içinde kurtulmaya çalışan tombik ele. Kızarmış ve parmaklarının izi Mıstık'ın elinin üzerindeydi. Elini kurtaran çocuk havada acısını dindirmek istercesine salladı minik elini.
"Mıstık istemeden oldu"
"Hep onun yüzünden değil mi aba?"
"Kimin Mıstık, anlamadım ablam?"
Çocuk omuz büktü, " Çalıların oradaki adam işte..."
Elini çocuğun dudaklarına koydu korkuyla Reyhan. "Hişşşt! Yok öyle biri, sakın duymayım bir daha."
Şaşkınca gözlerini dikti Reyhan'ın gözlerine. "Gördüm aba! Nasıl yok öyle biri, orada işte çalıların arasında... Kızdın adama"
Korkuyla Reyhan'ın yüreği bir kuş gibi çırpınıp durdu. Küçücük çocuk diye önemsememişti lâkin o küçük çocuk onun için bir tehditti şimdi. Sepeti yere bıraktı. Yere çömelip çocuğun boyuyla eşitledi boyunu. Korkuyordu. Sevgiyle Mıstık'ın elini tuttu öptü şevkatle.
"Mıstık sever misin beni?"
Anlamakta zorluk çekiyordu ablasını çocuk. "Seviyom elbet aba"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaban İnciri
General FictionDikkat! Bu bir Anadolu Masalıdır... Başlama tarihi: 03.01.2021