2.

881 100 34
                                    

Yusuf acı içinde güçlükle yere oturdu. Bacaklarını uzattı, sırtını elma ağacının geniş gövdesine yasladı. Eli hala kafasının arka tarafında duruyordu. Hafifçe çekti elini gözlerinin hizasına getirdi. Yüzünü acıyla buruşturdu gördüğü koyu kırmızı sıvıya bakarken. Acelesiz sakin bir tavırla ceketinin cebinden pamuklu mendil çıkardı, kafasına bastı hafifçe. Canı çok yanıyordu ama Reyhan'ın canının acısı ile kıyaslanamayacak kadar hafif buldu bu kafasındaki yarayı. Reyhan...

Bir iç çekti, uzaktan tesadüfen günler önce gördüğü amca kızı Reyhan'ı düşündü. Bir servi ağacı gibi incecik boyuyla nasıl da su taşıyordu çeşmeden. Yaşının üzerinde yaptığı işler, hayatta tutunmak ve kimseye muhtaç olmamak için birer mecburiyetti. Halim amcası yaşasaydı bu kız bunlara mecbur olmazdı. Gözleri doldu, yüreğinin üzerine bir kıymık battı sanki.

Mecbur kaldığı hayata isyan etmek, avazı çıktığı kadar haykırmak geçti içinden. Yapmak istediği çoğu şey gibi bunu da yapamadı. Çaresiz kapana kısılmış bir arslan gibi hissediyordu kendini. Neden tüm kara bulutlar onun başında dolanıyordu? Hayalleri vardı, geleceğine dair umutları... Hepsi ve her şey babası yüzünden son bulmuştu. Annesi hayallerini öldürmesini, babası ise canını istemekteydi.

Hiç bir şey zaten insanın umduğu gibi olmazdı. Babası topla pılını pırtını dön köye, dediğinde nasıl ki sınavları olduğunu, hemen doönemeyeceği konusunda ısrar edememişse, köye döndüğünde de ondan istenenlere kesin bir dille karşı koyamamıştı. Dirseğini diz kapağına yaslayıp, başını yumruğuna dayadı. Bu işin iki ucu da boklu değnekti. Hangi ucundan tutarsa tutsun, illaki pisliği eline bulaşacaktı. Derya'yı düşündü. Birlikte kurdukları hayalleri... Nasıl izah edebilirdi ki düştüğü bu çıkmaz durumu? Anlatsa anlar mıydı? Kim bilir kızar, öfkelenir, “Sanane ananın derdinden, sanane babanın derdinden! Bizi düşün!" demesi işten bile değildi.

"Hışşşt tıbbiyeli! Nörüyon la burda bir başına?"

Olduğu yerde korkuyla sıçradı. Elma ağaçlarının aşağısındaki kuşburnu ağaçlarının sıra sıra dikmesi ile oluşan citlerden aşağıya baktı. Musa ağabeyiydi.  Zorlanarak ayağa kalktı.

"Hiççç" dedi.

"Ne oldu la, iyi misin?"

"Pek sayılmaz" dedi citlerin önüne geldiğinde.

"Zaten belli paytak ördek gibim yürüyüşünden. Hasta mısın gardaş?"

"Yok ağabey hasta değilim. Yoldan geçen çocuğun biri ağaca taş atarken başıma geldi taş, sanırım kafam yarıldı"

"Vay velet! Irzı kırığın dölü! Kimmiş kimin sıpası gördün mü?"

Ahşap alaca kapıdan içeri girdi Musa. Ayağında sarı çizmeleri, koca koca adımları ile yaklaştı kardeşine. Yusuf ağabeyinden on onbeş santim uzundu. Musa yarayı daha iyi görebilmek için Yusuf'un omuzlarından tuttu aşağı doğru çöktürdü.

"Eğil ula, eğil de bir bakam yarana. Kurban olduğum yaradan hepinizden almış senin boyuna vermiş mübarek."

Tebessüm ederek eğildi biraz. Baktı Musa kana bulanmış gür saçların dibine. İçi bir hoş oldu gördüğü bir kaç santimlik yara ile. Suratını ekşitti.

"Deyyusun dölleri! Nasıl da isabet ettirmiş kafanın tam ortasına!"

Ağabeyinin kızgınlıkla söylediği sözler yüreğine yara oldu. İçi burkuldu. Halim amcası hiçte deyyus değildi. Arkadaki husumete rağmen en çok Halim amcasını severdi Yusuf.

"Deme öyle ağabey! Kasıtlı atmadı ki çocuk. Beni görse zaten koşar adım uzaklaştırdı buradan ya neyse görünmez kaza neylersin"

"Anam kömür yarası saçında al kanı görünce yüreğine inecek ya neyse... Hadi evden çağırıyolar"

Yaban İnciriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin