it is been a long time since we met

1.3K 98 9
                                    

sene 2029, mevsimlerden kış, aylardan ocaktı. ocağın 15'i. kar tüm şehre yağmış, her yeri bembeyaz kılmıştı. başının üstünde bir çatısı olanlar için güzel bir mevsimdi. şehir beyaza bürünürdü, buzlanmadan dolayı işleri, okulları tatil olurdu. evlerinde oturup, ailesiyle vakit geçirenler olurdu, yalnızlığa alışanlarfa olurdu. yoongi ve namjoon yalnızlığa alışanlardandı. ayrılıklarının üzerinden on yıl geçmişti. koca bir on yıl.

bazı zamanlar yoongi çok özlerdi. ayrıldıkları günden sonra zaman zaman eli mesaj kutusuna gitmişti. belki arkadaş kalabilirlerdi, belki barışırlardı. gerçi onlar için barışmak diye bir şey söz konusu değil gibiydi. kavga etmemişlerdi ve sadece ayrılmışlardı. zaten ilişkileri bitmek üzereydi ve ikisi de bunun epey farkındaydı. belki ikisi de bitmesin istiyordu. evet, ikisi de bitmesin istiyordu. bazen bir şey sadece oluverir. kimsenin fikri sorulmazdı. iyi kötü oluverirdi işte. kim ne yapabilirdi ki?

belli ki yorulmuşlardı. hiçbir şey yapamamaktan, istekleri dışında gelişen şeylerden, her şeyden.

ikisininde gelecek hayalleri vardı. gençlerdi o zamanlar. yirmilerinin başlarıydı. hayal kurmak onların hakkıydı. kurdular da. üniversite sınavında başarısız olmuşlardı ama olsundu. beraber çalışıp kazanacak, iyi bir üniversitede beraber okuyacaklardı. sonra bir evde beraber yaşayacaklardı. namjoon'un yaptığı resimler duvarları süsleyecekti. hatta namjoon duvarlara resim yapmak için yoongi'den izin bile almıştı. şimdi ise yalnız yaşadığı evin duvarlarına resim yapıyordu. aradan yıllar geçmesine rağmen bazen aklına geliyordu, şimdi yanımda yoongi de olsaydı ne olurdu diye. insanız, kimimiz hemen unutamaz bazı şeyleri. ne namjoon unutabildi, ne de yoongi.

sosyal medya diye bir şey vardı. bu şey kimi zaman işe yarıyordu. kullanmayanın kalmadığı bu dönemde çok aktif kullananlarda vardı elbet. kim namjoon da çok aktif kullanırdı. güzel sanatlar bitirmişti yoongi'den sonra. kafasını boşaltmak için tüm gün ders çalışmış, hayatına nasıl devam etmek istediğini düşünmüştü ve tüm hayatını sanata adamaya hazır biri olmuştu. güzel sanatları bitirdikten sonra kendi çapında yaptığı tabloları sosyal medyada paylaşıyordu. bir gün ünlü bir ressam, karşısına çıkan genç ve oldukça başarılı bulduğu birkaç ressamın hesabını paylaşmıştı. namjoon da bunlardan biriydi ve eserleri gözden kaçacak gibi değildi. o günden sonra özgüveni patlamıştı ve birkaç yıl içinde herkes tarafından tanınan biri haline gelmişti. yoongi, namjoon'un elde ettiği başarıları duyduğunda epey mutlu olmuştu. bir gün buralara geleceğini biliyordu.

min yoongi ise derslerine o kadar çok çalışmıştı ki tıp kazanmıştı. altı yıl tıp fakültesinin ardından ortopedi üzerine yükseklisans yapmıştı. üniversitede geçirdiği on yılın ardından başarılı bir doktor olarak ayrılmıştı. özel bir hastanede ortopedist olarak çalışmaya başlamıştı bile.

otuzlarının başlarında, yalnız, kendini işine adamış iki adam vardı şehirde. koca şehirde hala birbiri için atan kalpleri vardı. haberleri bile yoktu kalplerinin kime ait olduğundan. onlar için aşk diye bir şey kalmamıştı besbelli. işlerine o kadar zaman ayırıyorlardı ki kendilerine bile ayıracak vakitleri yoktu. aşk neydi ki onlar için? unutmuşlardı anlamını. son kez o gün sevmişlerdi belki de. son kez o gün özgürdü kalpleri. belki gerçekten son kez çarpmıştı kalpleri bir başkası için. kim bilirdi ki, son olacağını? namjoon için yoongi'nin, yoongi için namjoon'un son olacağı kimin aklına gelmişti ki?

herkes konuşurdu sadece. sen benim son aşkımsın, ölümüne seveceğim seni bla bla. kim gerçekten sevmişti ki böyle? bile bile kim atmıştı kendini böyle bir ateşe? herkes konuştu. balım, aşkım, canım, birtanem, güzelim, hayatım... herkes diyordu bunları. belki tekrar tekrar başkalarına diyorduk bunları. gerçek aşk diye bir şey var mıydı? varsa nerede? toz kadar önemsiz kelimelere öyle anlamlar yüklüyor ki insanoğlu, duyguların varlığını unutuyordu. başka başka kişilere nasıl hayatım diyebiliyordu insanlar? bir önceki kişiye ne oldu? o da hayatındı. ne çabuk unutuyordu insanoğlu.

yoongi unutamadı. namjoon'a dediği onca şeyleri unutamadı. bir yağmurda, bir şarkıda, bir dizide... unutamazdı ki. resmen hayatında kocaman bir yeri vardı. o gittiğinde oluşan boşluğu kim doldurabilecekti? kimsenin dolduramayacağı o boşluğu unutmaya çalıştı. çalıştı da dolduramadı ki. o boşluk yokmuş gibi davranmaya başladı. gününün tüm saatini ders çalışarak geçirdi. üniversiteye girdiğinde düşünmeye fırsatı bile olmadı. zamanla insanoğlu düşünmeyi de unutuyordu. düşünmemek kaçmaktı adeta. düşüncelerinden kaçıyordu insanoğlu. bizi bitiren de buydu işte, düşünmemek.

namjoon için de farklı değildi geçen yıllar. güzel sanatlardan sonra tüm zamanını resim yaparak ve gezerek geçiriyordu. gezdiği yerleri resme döküyor, bazılarını satıyordu. ne kadar çok gezerse o kadar çok para kazanırdı. ne kadar çok para kazanırsa resim sergisi açma hayaline o kadar yakın olurdu.

zaman geçti, ikisi de iyi yerlere geldiler. on yıl boyunca bir kere bile karşılaşmadılar. bunu istemeyen evren miydi? belki birbirlerinden habersiz aynı yerdeydiler. aynı sinema salonunda, aynı caddede, aynı metroda. belki birbirlerinden habersiz aynı dükkana girdiler. aynı ceketi, pantolonu almışlardı belki de. insanoğlu sanıyor ki, gözlerinin gördüğü kadar dünya. oysa ki ne büyüktü dünya. bazen koca şehri daracık ederdi insana. karşılaşmam dediğinle karşılaşır, var be, ne küçük dünyaymış, dersin. ya keşke yolda bir görsem, dediğini de yıllar geçer de göremezsin. o zaman da dersin ki, ne büyük dünyaymış. sitem eder durursun. oysa görmek istemesen dibinde biterdi.

namjoon ne çok istedi, yoongi'yi birden yolda görmeyi. görürüm belki diye ayna karşısında prova yapardı sürekli.

''merhaba yoongi, nasılsın? uzun zaman oldu.''

''uzun zaman oldu, nasılsın? bir ara kahve içelim mi?''

''ne haber? nasıl gidiyor? vaktin varsa bir ara bir şeyler mi içsek?''

bazen yanından geçip gitmeyi de çok düşündü. pişman olacaktı ve bunu biliyordu. aklının ucundan bile geçirmedi bir daha. ki zaten, hiç görmedi yoongi'yi. küçücük şehirde bir kez bile görmedi. belki görürüm diye yoongi'nin evinin yakınlarında dolaştı. kırtasiyeyi bahane edip kaç kere oralara gitti, bilemezdi. bir kere bile görmedi. küçücük şehirdi, minicik mahalle oldu. yine de göremedi yoongi'yi. ne kadar lanetler okudu, saymadı. bildiği tüm tanrılara lanetler okudu. bir mesaj atmaya o kadar çekindi ki... korktu. ne olacağını bilemedi. tepkisini kestiremedi.

o küçücük şehrin, kocaman olduğu vakitler bitmişti. öyle bir vakit geldi ki, fay hatlarında biriken enerji gibiydi. birden patlayacaktı. öncü depremler olacaktı. sonra büyük bir deprem. o depremin olmasına az kalmıştı.





kısa bir kurgu olacak, umarım çok çok seversiniz. <3

martın sonunda şampanya ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin