akşam yemeği için gidecekleri restoranı seçmeleri, orada yemek yemeleri, yemekten sonra ne yapacaklarına karar vermeleri tam dört saat sürmüştü. restorandan çıkıp da arabaya bindikleri vakte kadar, yaptıkları seçimin neler doğurabileceğini düşünmemişlerdi. arabaya bindikten sonra yoongi düşünmeye başladı. biraz da düzgün düşünemiyordu. nasıl ve ne düşüneceğini de bilmiyordu. içtiği iki kadeh şarap kanını kaynatıyordu. arabanın rahat koltuğunda biraz yayılarak oturdu ve yarım yamalak olan düşüncelerine devam etti. bunun yarısı namjoon'un evinde ne yapacakları, diğer yarısı da bizim boyumuzu aşan ve sonu yatakta biten bir takım şeylerdi. aslında yatakta biten değil de yatakta başlayan demek daha doğru olurdu.
namjoon arada yan gözle yoongi'ye bakıyordu. araba kullanacağı için bir kadehi bile bitirmemişti. yoongi'nin yarı açık gibi görünen gözlerine kısa süreliğine bakıp yola bakmaya devam ediyordu. arabayı yavaş kullanmaya özen gösteriyordu çünkü yoongi'nin ayılmasını istiyordu. en az yoongi kadar o da bir şeyler hayal ediyordu. tek fark yoongi sarhoştu, namjoon ise ayık.
yoongi'nin her daim sarhoş oluyor olması onu üzerdi hep. on yıl geçse de sarhoştu, bir on yıl daha geçse yine sarhoş olurdu. namjoon buna kalıbını basardı. nedense yoongi, namjoon'un yanındayken sarhoş olduğu zamanlar olaylar hep bir kademe ileri giderdi. namjoon neden hep yoongi'nin sarhoş olduğu zamanlar oluyor bunlar diye düşünse de kaderimiz buymuş diyip düşünmeyi bırakırdı.
ilişkinin utanan kişisi yoongi'ydi. ayıkken yapamayacağı şeyleri sarhoşken yapabilirdi ancak. içince cesaretlenenlerdendi. namjoon'u sevdiğinden ve fırsatın olduğunu düşündüğü her zaman içer, sarhoş olur, gelen cesareti ile olurdu her şey. arkadaşlarının yattaki doğum günü partisinde de aynı şey olmuştu. namjoon'un alttan alttan verdiği mesajlar onu içmeye itmişti. kesinlikle ayıkken yapamazdı o gece. hatırlamasa da biliyordu bir şeyler olduğunu. namjoon'la beraber oldukları o ilk geceyi hatırlamaması biraz yoongi'yi üzse de pek aldırış etmiyordu. namjoon'un hatırladığına emindi. bu da onun için yeterdi.
seul'ün güzel nehrine bakan manzaralı yalıların olduğu yere giden kavşaktan döndüklerinde yoongi yayılarak oturduğu koltukta dikleşti. ''burada mı oturuyorsun?'' diye sordu şaşkınlıkla. ''babaannemden bana kalan bir miras.'' dedi gülümseyerek. ''böyle bir yere paramın yetmesi için ölmemiş da vinci olmam gerekir.'' gülümsemesi hafif kahlahaya dönüştü. yoongi de güldü. haklıydı.
yalının bahçesine araba park edildiğinde yoongi yavaşça kapıyı açtı. sıcak arabanın içine nüfus eden soğuğa aldırış etmeden arabadan indi. namjoon torpido gözünden birkaç evrak dosyasını alıp arabadan indi. biçilmeyi bekleyen hafif sarı çimlerin üzerine basarak, karşısındaki iki katlı, pek de büyük olmayan eve doğru yürüyordu. binanın dışı muhtemelen yeni yapılmıştı. eski bir binaya göre dışı baya yeni ve canlı duruyordu. beyaz renkliydi. bembeyaz. çatısı, pencerelerin pervazları, pencerelerin kenarları, önünde durduğu kapı gibi siyahtı.
kapının önünde namjoon'u bekledi kısa bir süre. bahçenin güzelliğine göz gezdirdi bu sürede. tuvalleri tamamlamaya çalışırken bahçeyi sulamayı unutmuş olmalı diye düşündü neredeyse kuruyan çiçekleri görünce. koca karanlığı az da olsa aydınlatan bahçedeki ufak lamba tam çiçeklerin üzerindeydi. kuruyan sarı yaprakları ışıkta parlıyordu çiçeklerin. gül ağacının yaprakları dökülmüştü. sabaha doğru rüzgarla beraber bahçenin dört bir yanına dağılacak yapraklardan bakışlarını kaldırdı namjoon yanına geldiğinde. loş ışıkta gördüğü yüzü nasıl da çekici geldi kısa bir anlığına. sonra kapıyı açtı ve içeri girdi o yüz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
martın sonunda şampanya ✓
Fanfictionyoongi uzun zaman önce ayrıldığı ve hala unutamadığı eski sevgilisi namjoon'un resim sergisine gider. 100820-041020