10 / Déjà vu

128 16 33
                                    

O L I V I A

Çiftlik yaşamının hep emeklilere göre olduğunu düşünürdüm, gerçekten bir çiftlikte yaşamak zorunda kalana dek elbette. Buranın sessiz sakin bir ev ve önündeki mısır tarlasından ibaret olduğunu sanarak fena yanılmıştım. Evin arkasındaki büyük arazide hem içinde çeşit çeşit hayvanın yaşadığı ağırlar, kümesler hem de sebzelerle dolu büyük bir bahçe vardı. Bahçeyi sıra sıra meyve ağaçları çevreliyordu. Burada yaşamak ve tüm bu bitki-hayvan  nüfusuyla başa çıkmak için insanın otuz beşinden genç olması, sağlıklı ve dayanıklı bir bedene sahip olması gerekiyordu. Kısacası burası hiç de yaşlı emeklilerin kafa dinleyeceği bir yer değildi. Burada olmamanız gerekiyorsa, hiç çekilecek bir yer değildi.

Bir hafta olmuştu. O cadının evime zorla girip bana büyü yapmasının üstünden tam yedi gün geçmişti. Altı gündür bu çiftlikte beni hatırlamayan, karısı olduğuma inanmayan kocamla aynı çatı altında yatıp kalkıyordum.  Aynı çatı altında, farklı odalar, farklı yataklarda. Çok tuhaftı; buradaydı, ona ihtiyacım vardı ama yanına dahi yaklaşamıyordum. Beni görmezden geliyordu ve her fırsatta hiç çekinmeden orada istenmediğimi ima ediyordu. Yanımdaydı ama onu her gün daha fazla özlüyordum. Ona kendimi hatırlatmaya çalışmam hiçbir işe yaramıyordu, bu yüzden bu çabamdan çiftlikteki üçüncü günümde vazgeçtim. Duştayken yanına dalmak, kafamda tasarladığımda da iyi bir sonuç verecek gibi gelmemişti ama yine de denemiştim. Son girişimim de bu olmuştu zaten. Kıyameti koparıp yüzümü bile görmek istemediğini bağırmıştı yüzüme. 

Evin içinde benimle konuşan yalnızca Gemma'ydı. Çocuklar dayılarını taklit edip ben yokmuşum gibi davranıyorlardı. Belki de benden utanıyorlardı. Bu yaştaki çocukların aklından neler geçtiğini kim bilebilirdi? Duşta yaşadığım utançtan sonra bana verilen odaya kapanmış ve günlerimi devamlı yatıp bir şeyler okuyarak, şu testin sonucu geldikten sonra neler yapacağımı planlayarak ve uyuyarak geçirmeye başlamıştım. Öğle yemeği vaktinden sonra Gemma'nın bana ayırdıklarını yemek için aşağı, mutfağa iniyordum. Bu vakitte herkes, Harry ve çocuklar, gitmiş oluyordu. Gemma da ben yemeğimi yerken bana bir şeyler anlatıyordu. Bunu yapmasının nedeni, benim de ona bir şeyler anlatmamı istiyor oluşuydu. Biliyordum ama pek konuşkan hissetmiyordum kendimi. 

Rivera Çiftliği aslında Gemma'nın kocasının ailesine aitti. Kocası beş yıl önce vefat ettiğinde ona burayı vermişlerdi. Gemma'nın elinde bir mesleği yoktu, bu çiftliği yönetmekten başka ne yapabileceğini bilmiyordu. Burayı sevdiğini söylüyordu. Çocuklarının burada daha iyi yetişeceğini düşünüyordu. Şehirde yaşamak fikri ona korkutucu geliyordu. Çocukları, Noah ve Liam, da burayı çok seviyordu. Gemma kocasını, Liam'a hamileyken kaybetmişti. Harry de bu olaydan sonra onunla yaşamaya başlamıştı zaten. Gemma üzülerek onun burada yaşamaktan nefret ettiğini söylemişti bana. Şehri özlüyordu, buraya ait değildi. Ona neden burada kaldığını sorduğumda acı acı güldü. "Beni bırakmak istemediği için olduğunu söylemeyi çok isterdim, ama doğrusunu istersen çok borcu var. Şehir Edward'a iyi gelmiyor. Belalı tiplere bulaşıyor, başı hep derde giriyor. Bazen, yani Gilbert ölmeden önce, bize onu saklamamız için gelirdi. Bana sorarsan şehre, o hayata dönmek için can atıyor ama oraya gitmesini engelleyen bir şey var. Bir şey onu alıkoyuyor. Burada olmaktan, burada kalmak zorunda olmaktan nefret ediyor, aslına bakarsan."

Ona Harry'nin belki de gerçekten o ve çocuklar için kaldığını söyleyip içini rahatlatmaya çalışmıştım ama onun ablasına ve yeğenlerine nasıl davrandığını kendi gözlerimle görüyordum. Sadece bana karşı değil, herkese karşı bir nefreti varmış gibiydi. Huysuz ve aksiydi. Gemma da bana Harry'den bahsettikçe, başına açtığı dertleri anlattıkça bu adamı hiç tanımadığımı düşünüyordum. Karşımdaki bambaşka, yabancı biriydi. Ona kendimi hatırlatmaya çalışmakla ne büyük bir aptallık ettiğimi o zaman anlamıştım. Hatıralarında ben yoktum. Hiç olmamıştım. 

the other coin | #tlc2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin