2. BÖLÜM: Tam On Yıl Sonra

13 1 0
                                    

Cama vuran yağmur damlaları ile gözlerini açtı Yggdrasil. Penceresinden içeri giren hafif güneş ışığı yemyeşil gözlerine vuruyor ve pırıl pırıl parlatıyordu. Kalkıp pencereyi açtığında yüzüne vuran ve kumral saçlarını okşayan ılık bir meltem ile burnuna gelen harika toprak kokusu adeta mest etmişti onu. Sonbaharı böylesine güzel yaşayabileceği bir köyde oturduğu için çok şanslıydı. Burada kendi evleri de dahil olmak üzere, evler taştan, piramit şeklinde, içi ahşap kaplama ve iki katlılardı. Toplamda belki yirmi evden oluşan, küçük bir köydü. O, burada büyümüştü. Köy adını evlerin şeklinden alan Piramit Köy olarak anılan bir yerdi. Evler üçgen şeklinde sıralanmış, ortada meydan denilen alanda güzel bir havuz ve yanlarında su kuyuları vardı. Yggdrasil, bu kuyudan su çekmeye, suyu çekerken de kuyuya seslenmeye, sesinin yankılanmasına bayılıyordu. Zaman zaman meydandaki havuzun yanına oturarak elleriyle suyu dalgalandırır ve su sesini dinlemekten de keyif alırdı. Evlerin oluşturduğu sınırın arkasında ise dikdörtgen şeklinde yapılar vardı. Buralar ise dükkan olarak kullanılıyordu. Köyün dışına gitmek için atlar kullanılıyordu. Dükkanlarda ise dışarıdan getirilen kumaşlar, çeşitli ev eşyaları satılıyordu. Bunun yanı sıra küçük pastane, kafe ve birahane bulunuyordu. Bazı zamanlarda ise bu kafeye giderdi. Kahve hayatında gerçekten sevdiği bir tatdı. Uzak diyarlardan gelen...
Buradakiler hayvancılık ve tarımla da uğraşıyordu. Doğal bir yaşam mevcuttu. Evlerinin yanındaki alanı ahır ve kümes haline getirerek, koyun, inek ve tavuk gibi hayvanlar besliyorlardı. Bunların etinden, sütünden ve yumurtasından faydalanıyorlardı. Evlerinin arka bahçelerinde ise küçük tarlalar vardı. Tahıl ve sebze ekip biçerlerdi. Yine herkes mutlaka evlerinin önünde meyve ağaçları yetiştirirdi. Yggdrasil bu ağaçlara tırmanmayı, dallarına sarılıp meyve koparıp yemeyi de seviyordu. Köylerinin sağ kanadında kalan az uzaklıktaki maden ocağından ise demir, bakır, gümüş gibi madenler çıkarılıyor, bunlar dövülüp işlenerek araç gereç ve eşyalar yapılıyordu. Piramit Köy, kendini geçindirebilen, gözlerden uzak, yabancıların uğramadığı, şirin bir yerdi.
Yggdrasil'in kendilerine ait evleri ise arazinin sivri köşesinde yer alan tek evdi. O, kesinlikle burayı buraya ait olan her şeyi çok seviyordu. Yine de zaman zaman farklı insanların nasıl olduklarını, nasıl yaşadıklarını merak ediyor, başka yerler görmek istiyordu. Pencereden kafasını uzattığında ise tek görebildiği sol taraftaki maden ocağı, sağ tarafında orman ve karşısında ise yüksek bir dağdı.

Yggdrasil aklından tüm bu düşünceler geçerken bir yandanda yatağını topluyordu. Güzel bir Eylül ayıydı. Aşağıya indiğinde annesi mutfakta elinde kocaman bir portakallı kek ile onu bekliyordu. Tabii nasıl unutmuştu ki... Bugün Eylül'ün 10'uydu. Bugün onun doğum günü, onuncu yaş günüydü. Annesi unutmamıştı elbette ve en sevdiği portakallı kek ile karşısında duruyordu. Maria tatlı bir gülümseme ile :
- "İyi ki doğdun güzel kızım." dedi.
Yggdrasil'in kalbine heyecanlı küçük bir çarpıntı yerleşti. Küçük bir serçenin kanat çırpması gibiydi. Annesine gidip sarıldı.

Maria: - "Bundan on yıl önce sadece sen hayat bulmadın, bana da hayat oldun."

Yggdrasil ise:"Seni seviyorum anne." diye karşılık verdi.

Şöminenin başına geçtiler. Yaş günü kekini yemeye başladı. Yanında ise tarçın çubuklu çayını yudumluyordu. Annesi ile sohbet etmeyi seviyordu. O sırada hızla açılan kapıyla yürekleri ağızlarına gelmişti. Karşılarında uzun siyah cübbeli, yayvan burunlu, kumral hafif uzun saçlı, kehribar rengi gözleri olan, deri çizmeli bir adam dikiliyordu. Yggdrasil, adamı dikkatlice baştan aşağı süzdü, diken üstünde oturur vaziyette. Bu adam bu sene içinde bir kaç kez gelmişti sanki eve. Hep gece geldiği için hayal meyal hatırlıyordu. Fakat hiç yüzyüze gelmemişlerdi. Gelmiş annesi ile bir kaç dakika konuşup gitmişti sanki. Bu kadar net şekilde görmemişti onu. Şimdi ise evlerinin kapısını paldır küldür açıp içeri girmesi onu tedirgin etmişti.

Adam: - "Merhaba Yggdrasil. Seninle on yıl sonra tekrar yüzyüze gelmek güzel. Sanırım artık hep birlikte olacağız. Onuncu yaş günün kutlu olsun. Bu yaş, evet önemli. Annen bahsetmiştir. Seni almaya geldim."

Yggdrasil, adamın sözlerini beyninde süzgeçten geçiriyor gibiydi. "On yıl sonra tekrar yüzyüze gelmek güzel diyorsa sanırım bebekken beni görmüş. Ama hiç bir zaman karşılaşmadık. Daha önce geldiğini hatırladığımda da beni görmemişti. Onuncu yaş günüm neden önemli ki? Annem neyi anlatmalıydı, nereye gidiyoruz?" diye düşünürken şaşkınlıkla, -" Anne?!? " diyebildi, yutkunarak.

Adam, Maria'ya dönüp:"Maria anlatmadın mı?" diye kükredi resmen.

Kadınsa, "Henüz vaktim olmamıştı."
Dedi.

Adam sinirlendi ve kaşlarını çatarak:"Benimde çok fazla vaktim yok, gitmeliyiz. Her neyse okul mektubun işte burada. Ve lütfen biraz çabuk hazırlan." dedi, elindeki zarfı kıza uzatarak.

Yggdrasil, kafası karışmış ve şaşkın bir halde, yağlı gibi olan beyaz parlak zarfı aldı. Üstünde bir mühür vardı, siyah mürekkeple basılmış.

" AUIDI, VIDE, TACE!" yazıyordu.
Bu Latince'ydi. Annesi okumayı, yazmayı ve bir kaç yabancı sözcüğü, aslında şu ana kadar bildiği her şeyi öğretmişti ona. Bunu da. "Dinle, Gör, Ketum Ol!" anlamına geliyordu bu. Hızla zarfı açtı ve okumaya başladı.

Merhaba Miss Yggdrasil,

Eğer istiyorsan kaybolmak, yıldızın peşinden git. Batıdan doğuya, kuzeyden güneye.
Eğer istiyorsan adalet, seni her zamn gören bir göz olduğunu bil. Tam üstünde.
Eğer hissediyorsan cesaret, güç, istek ve arzu, kararlıysan yüzünü Güneşle yıka.
Eğer hissediyorsan duygu, düşünce ve hislerini en derinden yüzünü Ayla yıka.
Eğer duyuyorsan kafanın içinde bir ses, dinle. Ya sağında sanacaksın ya solunda ama bastığın yerdedir aslında.
Eğer öğrenmek istiyorsan hakikat, tırman Kaf Dağı'na.

TETRAMORF LOCASI
Müdür Yardımcısı
Prof. Mrs. MCEagles
Tapınak Tepesi

Yggdrasil korku ve heyecanla karışık bir şaşkınlık yaşarken elleri titriyordu. Kağıdı indirip annesine baktı. Maria onaylayan şekilde gözlerini kapayıp başını aşağıya indirince, Yggdrasil merdivenden yukarı odasına çıktı. Eski ahşap bombeli bir bavula hızlıca bir kaç eşyasını atarak indi aşağıya. Kafası hala karışıktı. Ama içindeki ses gitmesi gerektiğini söylüyordu, heyecanla.
- "Hazırım."

Annesi ile konuşma fırsatı bulamamıştı. Fakat annesi onayladığına göre bir nebze rahatlamıştı içi. Belki de bu yaşında hayatının en büyük cesaret ve kararlılığını sergiliyordu. Maria yanına geldi. "-Yine de her zaman dikkatli ol ve bu zamana kadar öğrettiklerimi aklından çıkarma." dedi ona sarılırken. Kızın boynuna gümüş zincire takılı, uzun, ince ve şeffaf bir kristal geçirip giysisinin içine koydu, adam görmeden ve geri çekildi. Yggdrasil yaşlı gözlerle" -Seni çok seviyorum anne. " dedi.

Araya adam girerek:" - Hazırsan gidelim artık. " dedi ve kapıyı açıp çıktı. Yggdrasil, sadece bir kaç kez gece evine geldiğini bildiği, tanımadığı adamın arkasına, siyah bir atın çektiği arabaya binmiş ve yola çıkmıştı. Kendisini epey zıt ve karmaşık duygular içinde hissediyordu. Korku ve cesaret... Heyecanlı bir sevinç ve durgun bir hüzün... Kafasında artan sorular. İçindeki ses ise adamı aslında çok iyi tanıdığını hissettirirken, bir yandan ise garip bir tereddüt ve gerginlik seslendiriyordu.

Kapı kapandığında ise Maria göz yaşları içinde yere çöktüğünde:-"Bende seni çok sevdim Yggdrasil." dedi fısıltıyla ve zihninde on yıl önce ağlama duvarının önünde hıçkıra hıçkıra ağladığı, sancısının başladığı ve sonrasındaki tüm yaşadıkları canlandı.

KADİM MİRASÇILAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin