Sabah uyandığımda aklımda olan tek şey oydu. Okula gitmek istemiyordum. Kendimi iyi hissetmediğimi söyleyerek annemi ikna edebilirdim. Ayrıca yalan da değildi. Dün geceki şarj olayları beni korkutmaya yetmişti.
Odadan çıkıp mutfakta uykulu bir şekilde kahvaltı hazırlayan anneme yaklaştım.
"Günaydın." dedim ve sesimin bu kadar kötü çıkmasına şaşırdım. Annem de aynı şaşkınlıkla yüzüme baktı.
"Annem sen iyi misin?" dedi endişeyle. Yüzündeki dehşet içindeki ifade beni de endişelendirmişti.
"Ne-ne oldu?" dedim kekeleyerek.
"Sabahladın mı sen?" dedi göz altlarıma bakarak. Elini uzatması ile refleks olarak geri çekildim.
"Hayır. Hatta sana soracaktım. Telefonumu gördün mü?" dedim.
"Görmedim ama çok kötü görünüyorsun. Bugün okula gitme istersen." dedi. Yavaşça başımı salladım.
"Ben de kendimi iyi hissemiyorum zaten. Sen de yat istersen." dedim ve gülümseyip yanaklarından öptüm. Odama geri geçip saatime baktım.
Çalışıyordu...
Hızla mutfağa girdiğimde annem masayı topluyordu.
"Anne." dedim. "Dün gece bir şey oldu."
"Ne oldu bebeğim?" dedi tezgaha yaslanarak.
"Dün gece bir rüya gördüm sanırım. Gece kalktığımda bütün saatler durmuştu ve telefonun kapalıydı." dedim. Annem başını yana yatırdı ve endişeyle beni süzdü.
"Telefonum açık. Şarjı var." dedi titrek bir sesle. Kendimden emin olamayarak yüzüne baktım. "Bunun da bir rüya olabileceğini biliyorsun, değil mi?"
"Ama... Gerçekten oldu..." dedim inanamayarak. Olmuştu. Olmuştu, değil mi?
"Biraz dinlensen iyi olacak." dedi hüzünlü bir gülümseme ile. Bana inanmıyor olması kalbimde bir yerleri acıtmıştı. Biraz sinirli, biraz kırgındım.
"Tamam." dedim soğuk ve durgun bir sesle ve odama geri döndüm. Yatağımın içine girip bir süre kitap okudum. Tam heyecanına kapılmışken bir kapı sesi geldi. Babam gelmiş olmalıydı. Yatağımdan sıyrıldım ve kıskaçlı bir toka ile sarı saçlarımı yukarıdan tutturdum. Salona geçerken gözümde kalan çapağı temizliyordum.
Ve salonda gördüğüm, tanımadığım adam ile gözlerim inekli pijama altıma takıldı. Hızla odama girip bir kot kapri ve kısa kollu, kayık yaka bir tişört geçirdim üzerime. Tam köprücük kemiğimin üzerindeki doğum lekem ortaya çıkmıştı. Doğum lekem sanki bir boya damlamış ve izi kalbe benzemiş gibiydi. Önüme düşen saçlarımı tel toka ile düzene soktum.
Salona geri döndüğümde 50 yaşlarındaki adam çoğu zaman benim oturduğum koltukta rahat bir tavırla oturuyordu. Annem sehpaya koyduğu kahvesinden bir yudum alırken beni fark ederek hafifçe başını salladı.
"Hoşgeldiniz." dedim zorunluluktan ve yüzümde sahte bir gülümsemeyle başka bir koltuğa geçtim.
"Hoşbuldum canım. Çok büyümüşsün." dedi benimkinin aksine içten bir gülüşle.
"Sizi daha önce gördüğümü hatırlamıyorum." dedim gerginlikle ellerimi birleştirirken. Annem, saygısızlık yapma der gibi baktı ve ardından mahçup bir bakışla adama döndü.
"Daha 8-9 yaşlarındaydın ve bana dikkatle bırakmamıştın. Güzel bir çocuktun, güzel bir genç kız olmuşsun." dedi samimiyetle. Teşekkür ettiğimi göstermek ister gibi başımı salladım ve gülümsedim.
"Bir şey içmek istersen mutfakta biraz daha kahve olması lazım, getirebilirim." dedi annem bana dönerek. Bu tanımadığım adamla yalnız kalmak istemiyordum.
"Canım istemiyor pek." dedim parmaklarımı kaçıncı kez olduğunu bilmeden kütleterek.
"Tamam canım." dedi ve kahvesinin son yudumunu alıp sehpaya bıraktı fincanını.
"Dövmen hoşmuş." dedi kendi köprücük kemiğine baş parmağını sürterek. Annem önce şaşkınlıkla bana döndü ancak sonradan doğum lekemden bahsedildiğini fark etti.
"Ah, o doğum lekesi." dedim gülümseyerek. Kaşları sempatik bir tavırla kalktı.
"Güzel doğum lekesi." dedi.
"Teşekkürler." diyerek gergin bir tebessümü daha yüzüme yerleştirdim. "Ben odama geçsem?"
"Tabii, canım." dedi annem. Odama geçip çantamda kalmış küçük keklerden birini ve meyve suyunu alıp çalışma masamın üstüne koydum. Sonra gözüme bilgisayarım çarptı. Ekranı karanlık görmeyi beklerken, ekranda yazılar belirdi.
"21 Ocak 2015. İkinci denemem. Birincisinin başarılı olduğunu düşünerek ikinciyi denemeye karar verdim. Başarılı olduysam bana kendini göster, lütfen."
Ve kendimi bir anda gerçek dünyada buldum. Ekran, bir mürekkep damlatılmış gibi renklendi ve bilgisayarın markası belirdi. Kulaklarım uğulduyordu. Sandalyeme oturup kollarımı kendi vücuduma sardım. Dün geceki mesaj, bir rüya değil miydi yoksa?
Ekranda masaüstüm açıldı ve mesajdan eser kalmadı. Korkuyla gözlerimi sımsıkı yumup, açtım. Hayır, masaüstüm açıktı. Mesaj falan yoktu.
Masanın üstündeki atıştırmalıklara baktım ancak iştah adına tek bir kırıntı bile kalmamıştı. Kendimi pencerenin önüne doğru yürürken düşünmeye zorluyordum. Neler oluyordu?
Gökyüzüne çevirdiğim bakışlarım ani bir hareketle odamda dolaştı. Telefonumu bulmalıydım.
Masamın üstüne, yatağıma, çantama, dün giydiğim kot pantolonuma, ve hatta çamaşır çekmeceme bile baktım. Elimi saçlarımdan geçirip derin bir nefes aldım. Bir süre odanın ortasında amaçsızca durdum. Ardından salona gidip anneme bir el hareketi ile gelmesini işaret ettim.
Annem odama girdiğinde başını yana yatırarak kaşlarını kaldırdı.
"Şey, telefonumu arıyordum ama bulamadım da..." diye mırıldandım. Başını tehtid edercesine salladı.
"Eğer o telefonu bulursam..." diye söylene söylene odaya bir göz attı. Masamın üstüne baktı. Sonra bakışları yeniden bana döndü.
"Kızım sen benimle dalga mı geçiyorsun? İyi misin? Sabahtan beri bir gariplik var zaten üzerinde." dedi ve masamın üstünden bir şey alıp avcuma bıraktı.
Ve birden, avcumda; mürekkep damlatılmış gibi renklenerek telefonum belirdi.
"Bu-bu a-ama nasıl?" dedim elimdeki telefonu sıkarken. Gerçekliğinden emin olmak istercesine, bütün gücümle sıktım. Parmak boğumlarım bembeyaz olmuştu, ve telefonum gerçekti, elimdeydi.
"Bence biraz uyumak iyi gelebilir." dedi ve odadan çıktı. Bense, elimde telefonum ile odanın ortasında kalakaldım.
~.~.~.~
"Sana ihtiyacım var." dedim telefonun diğer ucundaki ablama. Derin bir iç çekiş duydum.
"Yarın sadece 2 dersim vardı, rapor alabilirim sanırım. Müdür pek umursamıyor." dedi. Buraya 100 kilometre uzakta yaşıyordu. Evliydi ve 3 yaşında bir çocuğu vardı. Öğretmenlik yapıyordu ve bu yüzden kuzenime bakması için 50 yaşlarında bir kadın tutulmuştu.
"Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim." dedim gözümden süzülen bir damla yaşı silerek.
"Ne demek o? Ben senin ablanım canımın içi. Ne sorun varsa, eminim ki halledebiliriz. Başa çıkabiliriz." dedi bana her duyduğumda güven veren sesi ile.
"Tamam o zaman. Yarın bizim evin önünde buluşalım. Hmm, saat 3-4 gibi?"
"Bekle beni, geliyorum ufaklık." dedi gülerek. Yüzümdeki tebessüm ile, yeğenim için iyi dileklerimi iletip telefonu kapattım.
Şimdi kendimi daha iyi hissediyordum. Ablama ve kafamdaki soruların cevabına ihtiyacım vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖZYAŞI
DuchoweAnsızın zihnime dolan görüntüler ve sesler beni korkutmaya başlamıştı. Bazen bana yardımcı oluyordu. Bazense aklımdan şüphe etmeme neden oluyor, beni dipsiz bir uçuruma sürüklüyordu. Beni yalnız bırakmasını haykırarak istiyor ama yalnız kaldığımda v...