3. Bölüm- Final
Ay son dördündeyken kaybolan tüm ruhların farklı bir kişi olarak en çok sevdiği kişinin yanına gittiğini söylerdi annem. Bu efsaneyi o da annesinden duymuş. Hayatın gerçeklerine yüz gösterememiş ve deli atan yüreklerini ellerinde tutamamış ruhlar, yok olmayı her şeyden çok isterlermiş ve tanrı onların bu isteğini kabul edermiş. Bu kararı verirken samimi olmayan ruhlar kendilerini kocaman, siyah bir boşlukta kayıp vaziyette bulurlarmış ve bir elleriyle yüzlerinin yarısını kavrayıp ağlarlarmış. Akıllarında, ardlarında bıraktıklarına en çok üzüldükleri kişinin yüzü canlanırmış. Tanrı acıdığı bu kayıp ruhlara bir fırsat vermiş ve yüce ay son dördün olduğu vakit o kişinin yanına gitmeleri için izin vermiş.
Karşımdaki çocuk ışıl ışıl bakarak ismimi söylediğinde zaten tek ipte asılı duran kalbimin düşüp paramparça olduğunu hissetmiştim. Gözlerimi yavaşça ondan çekip kapattığımda zihnime sanki çok eski bir filmi canlandırıyormuş gibi kesik kesik sahneler doluşuvermişti.
Önce kocaman aynalarla dolu bir odadaydım. Küçük bir çocuk odanın ortasında iki bacağını ayırmış, yüzü yere eğilmişti. Ağlıyordu ve sesi çok tiz çıkıyordu. Koşarak yanına gittiğimde küçücük avuçlarını bana uzatmış ve bağırmıştı "Kageyama! Sanırım ikiye ayrıldım!"
İkinci sahne farklıydı, sarışın bir genç gözlüklerini orta parmağı ile burnunun üstüne ittirerek pis pis sırıtıyordu. "Bu oyunu ben kazanacağım salak Kageyama." ve sonrasında gri saçları gözlerine giren genci de yanına katarak tam karşımdaki fileye geçmişti. Yanımda durduğunu hissettiğim biri yerinde duramaz şekilde zıplarken bir yandan deli gibi bağırıyordu "Salak saçma konuşma voleybolda Kageyama ile aşık atamazsın bile."
Bir diğerinde turuncu saçlı çocuk elimi tutuyordu, insanlar bize bakıyorlardı ama o umursuyor gibi görünmüyordu. Başka bir şeritte omzumda kafasını dinlendiriyordu; beyaz şeftali kokusu her yanımı sarıyordu.
Her şeyi hatırlıyordum şimdi, Hinata Shoyo ile yaptığım her şeyi; akşam dokuz kahvelerimizi, minik öpüşmelerimizi, her ay başı o ay için özel seçtiğimiz şekilli taçlarımızı. Son maçı için olan heyecanını hatırlıyordum, sonra araba kornası sesini. Onun için ne kadar endişelendiğimi ve hayatımı ona ne denli adadığımı.
Annemin sesi arka planda yankılanırken, içime sıcacık bir his yayılmıştı. O an gerçekten yok olmak istemiştim. Tabii ki arkamda bıraktığıma en üzüldüm kişi o'ydu. Hinata Shoyo hayatımın en güzel şeyiydi, onun için ölmekten gram pişmanlık duymuyordum. İçimdeki boşluk tamamen dolarken film şeritleri artık zihnimde oynamamaya başladı.
Gözlerimi hafiften açarken, kirpiklerimin ıslak olduğunu fark ettim. Öldüğünü bilme fikri çok garip ve aslına bakılırsa inanması güçtü ancak nedense hiç etkilenmiş hissetmiyordum. Kalbimde hissettiğim sıcacık fırtınalar beni düşünmekten alıkoyuyordu. Bir o yana bir bu yana sallanır gibiydim ancak ne yana düşersem yanımdaki çocuğun beni tutacağını biliyordum. Görünmez ancak sımsıkı bir bağ bileklerimden onun bileklerine uzanıyordu, hiçbir şeyden haberi olmayan gözleri gökyüzünde asılı kalan son dördüne bakıyordu.
"Peki, nasıl biriydi anlatsana."
Aslında onu zorluyor muydum bilmiyordum ancak hevesli hevesli dilini şaklatıp konuşmaya girmesinden sonra bunu aklıma getirmedim bile.
"Nasıl anlatılır bilemem ki. Saçlarından çok hoşlanıyordum. Laciverte yakın siyah saçlarını hep uzatsın istemiştim. Saçlarını taramayı gerçekten çok severdim, insanların kaderinin saç tellerine bağlı olduğuna inanırım."
Böyle düşündüğünü biliyordum. Saçma bir düşünce olduğunu kanıtlamak için Bokuto saçlarını kazıtmıştı, Shoyo ona kafasının içinde hala daha saç köklerinin olduğunu ve saçların asla bedenden ayrılamayacağını söylemişti.
"Güzel birisi Tobio, güzel bir kalbi vardı."
derince bir nefes aldıktan sonra devam etti."Çok gençti."
Gözlerim onun da titreyen sesiyle birlikte titrerken sarılıp, her şeyin geçtiğini söylemek istedim ona. Sevdiğiniz birisinin sizin için, sizin önünde ağlaması çok iğrenç ve boktan bir durumdu. Hele ki elinizden hiçbir şey gelmiyorsa her şeyden nefret ediyordunuz.
Sağ kolumu ölmeden önce hep yaptığım gibi beline dolayıp kendime çektim ve kafasını omzuma saklamasına izin verdim. Beni içini döktüğü biri olarak görüyordu, o yüzden kılımı bile kıpırdatmadan ağlamasına sessizce eşlik ettim.
"Biliyor musun, sesim biraz çatallaştığı için hafifçe öksürüp devam ettim.
"Birisini çok seviyorum. Hep gülümseyen, ne olursa olsun elimi asla bırakmayan birisi. Onun için yapmayacağım şey yok. Ona son sözlerimi söyleyemedim. Sanırım sen de sevgiline söyleyemedin o yüzden,"
Onu da kendimi de ayağı kaldırdım ve yüzüne baktım,
"Neden son sözlerimizi okyanusa karşı söylemiyoruz?"
Kapüşonlusunun uçlarını eline sardı ve hafifçe kafasını salladı. Kolundan tutup onu denize daha da yaklaştırdım. "Önce ben başlıyorum tamam mı?"
Yüzümü okyanusa döndüm,
"Seni gerçekten çok seviyorum! Lütfen hiçbir şey için kendini suçlayıp , kendini üzme! Hiçbir şey için pişman değilim, sen de olma!"
O da aynı şekilde yüzünü okyanusa döndü ve parmak uçlarında yükseldi, ellerini dudaklarının etrafına sardı,
"Tobio! Umarım, bana kızgın değilsindir! Demek istediğim tek şey, seni seviyorum."
Sesi sonlara doğru kısılırken daha fazla dayanamadığımı fark ettim. Ona sarılacaktım, yanındayım diyecektim ki birden her yer ufak ufak kaybolmaya başladı. Kafamı çevirip Shoyo'ya baktım hemen, kahverengi gözleri benim tarafıma hiç dönmedi.
O gece, bileğimdeki ipin tamamen koptuğu geceydi. Onu bir daha göremeyeceğimi anladığım gece. Sessiz bir mayıs gecesiydi dışarıdan, ay kıs kıs gülüyordu. Hinata Shoyo'nun turuncu saçları rüzgar esintisi ile dans ediyordu, son gördüğüm şey onun güzel yüzü ve son duyduğum şey ise onun seni seviyorum'uydu.
O gece dünya en hüzünlü son dördün gecesini yaşamıştı. Benden başka kimse fark etmedi.
//