salıncağa asılan yıldızların intiharı,

296 40 46
                                    

ellerin yıldız taşıyor kaburgama-

“leylâ, dün sabahattin ağabey'e bıraktığın mektup da neyin nesiydi öyle? ha küçüğüm, nereden buldun, kim verdi onu sana?”

sâlih âli, saçları omzuna gelen küçük kız çocuğunun önünde eğilip dün getirdiği mektubu soruyordu, hafif bir çekingenlikle. kızın saçlarına elini değdirdi usulca, “saçların küçüğüm, saçların birini anımsatıyor bana.” diye geçirdi içinden.

eksikliğin eskiliğini taşıyan bir ruh taşırdı sâlih âli. ondandır, anımsadığı sancıları hatırlamayışı.

“bizim parkta buldum, abi. salıncağın üstündeydi. başka çocuklar yırtmasın diye, aldım sabahattin dayı'ya bıraktım hemen. kimin bıraktığını ise görmedim.” başını aşağı eğdi. saçları, yanaklarına değerek sallandı. utangaç bir sesle, “özür dilerim, abi.” diye mırıldandı.

sâlih, saçlarından öptü leylâ'nın. “yok, küçüğüm, niçin özür dilersin? hem, sana bir ağabey tavsiyesi, böyle küçük şeyler için özür dileme hiç bir zaman, tamam mı? senin bir kabahatin yoktur.” yüzüne koca bir gülümseme yerleştirip, kız çocuğunun yanından ayrıldı.

evi bellediği küçük kütüphaneye doğru yola çıktı. içeriye girdiğinde sabahattin ağabeyi ile selamlaşıp, rafları temizlemeye koyuldu. plakda sezen aksu çalıyordu, sâlih âli, bir yandan içine düşen zamansız hasreti düşünürken, diğer yandan şiir kitaplarını inceliyordu.

cemal süreya'nın güz bitigi'ni aldı eline. bir âh çekti, "iki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni." mısralarını mırıldandı.

“âh be ağabey, beklemek diyorum, epey gövde gösterisi olmuş zamanın. gözlüyoruz işte, bir yol sonunda; kimin geleceğini bilmeden.”

bir kaç saat burada vakit geçirdikten sonra, akşam vakti düşmeye hazırlanıyorken, çay demlemeye koyuldu usulca. bir dem şiirle, bir demlik çayın hazzı, dünyalara bedeldi onun için.

“sâlih ağabey, sâlih ağabey!”

bu vakit, sâlih'i çağırarak leylâ girdi içeri. koşa koşa yanına geldi sâlih âli'nin.

“ne oldu, küçüğüm? o elindeki de nedir öyle?”

“salıncağımızın üzerinde buldu arkadaşım, görünce alıp sana geldim hemence. bizim parkın salıncağına niçin mektuplarını bırakıyorlar ki, ağabey?”

sâlih âli, yutkundu. eline aldığı kâğıt parçasına baktı. leylâ'ya pek bir şey demeden, gönderdi. bu, ikinci mektupdu. ikinci sancı. sabahattin ağabey, sâlih'in yanına geldi usul usul.

“iyi misin sâlih, rengin atmış evladım. git bir hava al, akşam gel dertleşelim.”

“eyvallah usta, gelirim birazdan.”

dışarı çıktı sâlih. derin bir nefes çekti içine. parka doğru yürümeye başladı. tez bir zamanda yetişti. çocukların başını okşayıp, gülümsedi usulca. salıncağa oturdu, eline aldığı mektubun içini açtı. kâğıt parçasını, eline aldı. bir kaç dakika bekledi. ardından, içinde yaranan eksikliği gidermek adına, açıverdi.

sessiz bir kırgınlıksın sen,
sâlih âli. mavinin sesine kavuşduğu bir geceden, yine, sana. hep sana.

sâlih âli,
sessizliğin ince yarası var omzumda. kaburgamdan her gece eksiltiyorlar. eksilte eksilte bitirecekler beni, âli.

oysa umudum,
seninle eskiye eskiye veda etmekti bu dünyaya.

âh, şiir, âli. şiir, okumanı dilerdim bana. sesinden şiir dinlemeyeli,
ne uzun zaman oldu.

insanın içine bir dağ çöküyor, âli. geceleyin, nefessiz kalıyor insan. unutmaktan korkuyor, en çok. hatırlamanın değerini anlıyor az çok. yine sızlıyor, anılarım, âli.

sensizlik çöküyor sancılarıma, sessizlik yarabandı gibi kaplıyor hücrelerimi. ama geçmiyor. hiç bir yarabandı senin yaralarını saramıyor.

hiç geçmiyor bu sancı, âli.

dalgın bir yokuşu inerken rastlıyorum siluetine. düşlerime güvercinler düşüyor, parmakların bir salıncağın ince ipine karanfil döşüyor. seni görüyorum, sokağın en ıssız yerinde, yolunu yadsımışsın gibi. bir elinde karanfil, diğerinde kan.

sonra... sonrası yok, âli. bizim evvelimizden başka hiç bir şeyimiz yok.

“sonra” kavramı, bize yaşam kadar uzak bir kavram âli. ölümün soluğu boğazımızda, evvelimiz ise hep sancı.

yıl bin dokuz yüz seksen, âli-
biz ise seninle var olmayan bir yolun ortasında
bir birimizi seviyoruz.

yalan.

bin dokuz yüz seksen
hiç olmadı, âli.

biz ise bir birimizi hiç sevmedik.

sâlih âli, o gün, bir salıncağa oturup, saatlerce ağladı. ama geçmedi. hiç geçmedi.

28.08.20|23:02

bir allah’a bir anneme sonsuz itimadım var-
herkes beni yarı yolda bırakıyor ya ali,
herkes beni yarı yolda bırakıyor bu çok zor-

sana bu mektubu pişirilmiş çamurun içerisinden yazıyorum,
ağaçların otların ortasında yaşıyorum-
cayır cayır yanan bir orman ne kadar uzun yaşar?
allah’ım benim yanmayan yerlerimden yangın çıkar-

tabuta çizilen soluk yıldızlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin