geceleyin çöken sonbahar rüzgârı,

157 27 11
                                    

şimdi sen
bir avuç yalan
bir gemi sağanak
ve hiç susmayacak
kan kokan bir türküden
başka
hiç bir şey değilsin
avuçlarımda-

yirmi ocak,
bin dokuz yüz seksen üç.

sabahın ilk ışıkları, zeldâ'nın güneşten kusursuz yüzüne düşerken, sâlih âli yanında uyuyakalan sevdiğinin saçlarına dokundurdu parmaklarını. gün ışığı zaldâ'nın açık kahveyi saçlarına vuruyor, muazzam bir şölen gibi açılıyordu. sâlih âli zeldâ'nın güzelliği karşısında, ellerine çevirdi bakışlarını. ellerim, saçlarına değecek kadar ne sevap işledi çiçeğim, diye düşünemeden edemedi.

zeldâ'nın çenesinin kenarında parlayan, küçük yanık izine dokundurdu sâlih âli ellerini.

tüm kusurlarınla kusursuzsun, zeldâ. şimdi kaç iç çeksem, kaç şiir yazsam, eksik kalırsın.

gözlerini açtı usulca zeldâ. gözleri, sâlih âli'nin gözlerine denk düşünce, yüzüne günün en güzel tebessümü yerleşti. tüm çağa inat, ellerini tuttu sâlih âli'nin.

yirminci yüzyılın ortasında, tüm dünya sağanağa yakalanmış, kaçmış, koşmuş, sâlih âli ile zeldâ ise üstleri başları ıslak, bir birlerine vurulmuşlardı.

sâlih âli, çok güzelsin.
hep çok güzeldin.

sâlih âli, derin bir iç çekti. zeldâ'nın saçlarından öptü usulca.

zülfüyâre değdi elim,
iki dünya bir araya gelse,
ayrılamayız zeldâ'm.

fakat bizi ayırmak için,
iki dünya bir araya gelir, sâlih.

sâlih âli işitmedi. zeldâ tebessüm etti. koca bir dünya iki kırgın ruhun üzerinde yeşerdi.

26.09.20|09:06

gün ışığı kaburgana sinmiş
fakat sen zifir kalmışsın,
kız çocuğu.

tabuta çizilen soluk yıldızlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin