chapter one

1.1K 97 136
                                    

pahalı saten çarşafların üzerindeki güzel çocuk, elini sevgilisinin kaslı göğsünde gezdiriyordu. uzun bacakları ve çekici fiziği sayesinde etrafındaki herkesin beğenisini kazanıyor olsa da onun için önemli olan tek şey hayatının aşkı johnny suh'un sevgisine sahip olmaktı. zarif ellerini, arka arkaya telefon görüşmeleri yapan adamın kaslı karnından uzaklaştırıp ıslak, pembe dudaklarını kulağına yaklaştırmıştı.

"neden benimle ilgilenmiyorsun?"

cevap net ve kısaydı.
"işim var güzelim."

jaehyun isimli çocuk, çenesini sevgilisinin omzuna yasladıktan sonra şehvet dolu ses tonuyla mırıldandı.
"çok yazık, la perla'yı sevdiğini söylemiştin ben de eğlenebiliriz diye düşünmüştüm."

la perla, suh'un sevgilisinin üzerinde görmeye en çok bayıldığı şeydi hatta öyle ki jaehyun evde normal kıyafetler yerine tasarım iç çamaşırlarıyla gezmeye başlasa çok daha mutlu olurdu.

"la perla'yı sevmiyorum, tapıyorum ama gerçekten vaktim yok bebeğim."

jaehyun üzerinde yalnızca pahalı bir vetaments sweat ve iç çamaşırı varken yatağın üzerinde kedi gibi gerinmiş, suh'un gözlerinin gittikçe açılan kalçalarına kaymasına sebep olmuştu. neredeyse tamamen transparan, belini iki zarif ipin çaprazlayarak sardığı siyah bir çamaşır giymişti. her zaman olduğu gibi johnny'nin zaaflarını iyi biliyordu.
pahalı iç çamaşırları yalnızca suh'un daha fazla etkilenmesine sebep olmuyor aynı zamanda ona jaehyun'un ne kusursuz bir vücudu olduğunu gösteriyordu.

genç adam manzaraya fazla karşı koyamayacağının farkındaydı bu yüzden elini sevgilisinin narin beline yaslamış, sweatini aşağı doğru çekiştirerek kalçalarını örtmüştü.

"uslu dur jaehyun."

"seni istiyorum."

"yarım saat daha çalışmam gerek sonrasında ne istersen yaparız, söz."

dolgun dudaklar hafifçe sarktı.
"istemiyorum, küstüm."

"hey böyle yapma, çalışmam gerektiğini biliyorsun."

"..."

suh, elini sevgilisinin bacağına yaslayıp en davetkar sesiyle teklif etti.
"ben işlerimi hallederken sen de gidip dolabıma bakmak ister misin, orada senin için bir süpriz olabilir."

"istemiyorum."

"tüh, öyleyse bana bahsettiğin o siyah incili prada çantayı bir başkasına vermem gerekecek."

işte bu kadardı.
sırtı dönük bir şekilde uzanan beden hızla ayağa kalkıp johnny'nin boynuna sarılmıştı. konuşmaya başladığında sesi o kadar heyecanlıydı ki johnny aptal bir çantanın bu kadar tatmin edici olmasına şaşırıyordu.

"seni çok seviyorum, çok ama çok seviyorum. o çanta için her şeyden vazgeçebilirdim, akciğerlerimi bile satabilirdim."

suh, sevgilisine tek bir akciğeri olduğunu ve onu satarsa nefes alamayacağı için hayatta da kalamayacağını söylemedi. jaehyun çoğu zaman böyle potlar kırar, johnny de görmezden gelirdi çünkü onun için önemli olan sevgilisinin zeki olması değildi. -hatta mümkünse hiçbir şey düşünmemesini istiyordu ki bu durumda jaehyun mükemmel tercihti-
kız ya da erkek arkadaşlarından beklediği tek bir şey vardı, güzellik.
...ve jaehyun 'güzellik' kelimesinin sözlük tanımı gibiydi. suh'un istediği her şeye sahipti. sık saçlar, pürüzsüz beyaz ten, dolgun pembe dudaklar, aynı zamanda hem sexy hem de tatlı olabilecek bir surat ve ateşli bir vücut.

sonrasında hyun ondan her şeyi isteyebilirdi, johnny paylaşmaktan, etrafındaki insanlara sevgilisinin güzelliğiyle gösteriş yapmaktan ve onun için para harcamaktan hoşlanıyordu...

eğer jaehyun'u böyle gülümsetecekse prada'nın hisselerini bile satın alabilirdi.

suh'un yukarı manhattandaki milyon dolarlık evinden kilometrelerce uzakta bir yerlerde ise siyah saçlarını dağınık şekilde gözlerinin önüne düşürmüş ten isimli genç, elindeki gazeteyi arkadaşlarının önüne atıp heyecanla söylemişti.
"soyuyoruz!"

gazeteyi yakalayan cılız çocuk bıkkınlıkla sordu,
"nereyi soyuyoruz?"

-cılız çocuk, namı diğer nana, dört kişiden oluşan soygun ekibinin en işlevsel üyelerinden birisiydi. elleri öyle hızlıydı ki bir keresinde iki adamı aynı anda soymuştu. ayrıca arkadaşlarına göre sevimli yüzü sayesinde gerçek anlamda iki adamı aynı anda soyabilecek kapasiteye sahipti.-

"bir seksenlik afetin tekini, johnny suh'un yarı tanrı sevgilisini."

ayaklarını nana'nın kucağına doğru uzatmış doyoung, bu cevap karşısında sesli bir kahkaha atmışı.
"şaka yapıyorsun herhalde ten."

"yapmıyorum, planı kuralım ve hazırlıklara başlayalım. bu resimde gördüğünüz çocuk parmağında nişan yüzüğü namına wittlesbach graff elmasını taşıyor. otuzbir karat, koyu lacivert bir bebek. tam olarak seksen milyon dolar değerinde ki bu da meksika'nın yıllık milli gelirinden daha çok para demek."

"onu çalsak bile satamayız." dedi jeno.
görevi güvenliği sağlamaktı ve hiçbir planın öyle bir mücevheri çalmak için yeterince kusursuz olmayacağını bilecek kadar tecrübeliydi.

ancak ten kendinden emin görünüyordu.
"orasını bana bırakın."

nana koltuktan kalkıp soğuk bir bira almak için dolaba doğru yürürken söyledi,
"ben yokum."

siyah saçlı çocuk umut dolu gözlerle ekibin diğer üyelerini süzüyordu. doyoung omuz silkip mırıldandı,
"üzgünüm ten ama ben de yokum. hem zaten bu plan 'görevimiz imkansız' gibi bir şey olurdu, kim bilir nasıl korunuyordur."

"ben varım." demişti elindeki viski bardağını hafifçe sallayan jeno, sevgilisi nana'nın kendisini nasıl da öfke dolu gözlerle izlediğinden habersizdi.
zaten her zaman risk almayı ve tehlikeyi seven birisi olmuştu.
"alıcıyı ayarlarsan sana yardım ederim."

ten'in gözleri parıldadı.
"işte bu! o halde şerefimize içelim jeno, yakında ikimiz de dünyanın en zengin adamlarından olacağız."

"hayır olmayacaksınız." dedi nana. elinde birasıyla duvara yaslamıştı ve kesinlikle çok rahatsız görünüyordu.

"nedenmiş o?"

"çünkü tehlikeli jeno, bu plana uymuyorsun, birazdan yukarı çıkıp yanıma geliyorsun ve ikimiz şarap içip fransız peyniri yerken şömineyi izliyoruz, tamam mı?"

oysa hiçbir şey planlandığı gibi gitmemiş, jeno'nun ısrarlarıyla yaklaşık yarım saat sonra jaemin kendisini boston'ın kırsal kesimlerindeki bir alana konuşlanmış suh malikanesinin kat planını incelerken bulmuştu. söylentilere göre johnny suh, sevgilisinin doğum günü için büyük bir parti planlıyordu. bu yüzden manhattan'dan ayrılıp kırsaldaki saray bozması evinde devasa bir parti verecekti. normal zamanlarda kalabalığa karışmayan sevgilisinden elması çalmak için tek fırsatları bu partiydi.

nana sevgilisini insanların arasına bile çıkartmayacak kadar takıntılı bir adamın, halka açık doğumgünü partisi düzenlediğinde yapacağı ilk şeyin koca bir koruma ordusu kiralamak olacağının farkındaydı.
içi şimdiden pişmanlıkla ve -bu kadar iyi bir manipülatör olduğu için- jeno'ya beslediği öfkeyle doluydu.

üç katlı ve yüz küsür odalı yapıyı incelemek bile başını döndürüyordu. bir an çizim kağıdından kafasını kaldırıp bütün samimiyetiyle sormuştu,
"ten, söyler misin neden illa ki bu adamı soymak zorundayız?"

"konuşmanın seksen milyon dolar ile ilgili olan kısmını dinlemedin mi?" diye sordu siyah saçlı çocuk.

oysa nana bu konunun altında başka bir sebep olduğuna emindi. yalnızca iki şey umuyordu, ten'in gizlediği sebep her neyse kendilerini atacakları tehlikeye değecek kadar mühim olmasını ve -tanrı korusun- jeno'nun zarar görmemesini...

******

finders keepers losers wheepers - nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin