Emanetçi
"Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Takvâ sahipleri için âhiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (En'am , 32)
Sabah saat 9:15... Kadının mahmur gözleri, üzerine doğan güneşin okşamasıyla binbir güçlükle açıldı. Tam oniki saat uyumuştu. Kahvaltıya kalkmadan bu gün yapması gereken şeyleri bir şerit gibi zihninden geçirdi. İstemeye istemeye yatağından doğruldu. Günlük işlerine koyuldu. Bir saatlik koşuşturmadan sonra karnının iyice acıktığını hissetti. TV karşısına nefis bir kahvaltı masası hazırladı. En çok sevdiği dizi de başlamıştı. Artık keyfine diyecek yoktu. Aniden çalan kapı zilinin kısa kısa ve kesik sesi onu sinirlendirmeye yetti. Kapıyı açtı. Karşısında bakımsız, saçına aylarca tarak deymediği belli olan bir kız çocuğu çıktı. Kızcağız:
"-Abla, Allah rızası için biraz yiyecek!... Gözünün, kulağının sadakası olsun. Allah razı olsun." diye yalvarıyordu. Kaşlarını çattı:
"-Benim kocam akşama kadar yağmur çamur demeden çalışsın; ben de senin gibi ne idüğü belirsizlere dağıtayım, olur şey değil?!." deyip, kapıyı hızla yüzüne kapattı. Bu ona öyle bir haz vermişti ki, damarlarında dolaşan sinsi yılan, keyiften bir karış daha uzadı. Kapının deliğinden, gitmiş mi diye baktığında, çocuğun gözyaşlarını silmekle meşgul olduğunu gördü. Ama bu da onu etkilemeye yetmemişti. Yine TV'nin karşısına geçip, kaldığı yerden kahvaltısına devam etti. Kahvaltıdan sonra aynanın karşısına geçti. Yüz hatlarındaki kırışıklıkları mahzun bir şekilde seyrederken aynanın önündeki iki sene öncesine ait resmi dikkatini çekti. Hayıflanarak "nereden nereye" diye mırıldandı. Üstelik geçen hafta yakın bir arkadaşının depremde zamansız ölümü, onu tahmininden daha fazla etkilemişti.
Yüzüne gençleştirici kremleri büyük bir kaçış ve korku ile sürerken yine kapının çalışıyla ürperdi. Eli ayağı hırstan titriyordu. Gelen yine o kızsa haddini bildirecekti. İnsanların arsızlığını düşünerek kapının deliğine eğildi, kim olduğunu anlayamamıştı. Doğrulup:
"-Kim o? Diye sordu. Dışardan vakur bir ses:
"-Emaneti almaya geldim, haydi kapıyı aç!" dedi.
Cevap vermesine fırsat kalmadan meçhul şahsı karşısında buluverdi. Boyu tarif edemeyeceği kadar uzun, gözleri sanki bütün deryalara analık edercesine mavi, yüzünün rengi sis kaplamış bir bulut gibi buğulu... Bedeninin harareti etrafını yakıyordu. Elinde uzun bir sopa, onun da ucunda yuvarlak dikenli bir top...
"-Haydi ver!.." diyordu.
Kadın ne olduğunu anlamamıştı. Korkunun bile korktuğu bir anda:
"-Kimsin sen, ne istiyorsun benden?" diye haykırdı.
Meçhul şahıs ise bir alacaklı edasıyla:
"-Ben o kimseyim ki, süt kokulu bebeleri anasından koparırım. Ben o kimseyim ki, âşıkların bakmaya kıyamadığı ceylan gözleri söndürürüm. Ben o kimseyim ki, dünya hırsından saçları ağarmışları zorla dünyadan koparırım. Ben, ben, adı ağızlara korku ile alınan Azrail'im. Tam otuz yıldır sende olan emaneti almaya geldim. Haydi ver!.." dedi.
Vücudu bir pamuk yığını gibiydi sanki... Yıkıldı, yıkılacak... Rengi uçmuş, dizlerinin bağı çözülmüştü. Yıkılıverecekken emanetçi onu kucakladı ve olduğu yere uzatıverdi. Kadın gözlerini aralayınca etrafında nûranî, daha önce görmediği birkaç meleği fark etti... Dünya günlerinin bittiğini bir daha anladı. Gözünün önüne çocukluğu, gençliği, evliliği ve gafletle geçen ömrü geldi. Pişmandı. Ama artık çok geçti.
Dikenli topla bütün organları, ayak tırnaklarından yukarıya doğru çekilmeye başladı. Ayak tırnaklarından gelmeye başlayan bu acıyı daha önce hiç tatmamıştı. Soğuk soğuk terler boşanıyor, ayaklarının buz gibi olduğunu hissediyordu. Evet, evet hızla hazin sona gidiyordu. İçinde Ramazan gecelerinden kalma bir âyet çınladı.
"Her nefis ölümü tadacaktır."
Bu iki dünyasını birbirine katan acıya daha fazla dayanamadı. "-Yeter, yeter!..." diye inledi... Emanetçi durdu, etrafındaki yardımcı meleklere:
"-Ellerine bakın!.." diye seslendi. Eline baktılar.
"-Bomboş, hiç sadaka vermemiş. Elleri bomboş." dediler.
İşte o an, emanetçinin mavi gözleri ile az önce kapıyı yüzüne çarptığı kızcağızın yalvaran bakışlarını birbirine karıştığını gördü.
Emanetçi bu sefer,
"-Kalbine bakın!.." dedi. Tekrar bir koşuşturmaca, cevap geldi:
"-Kalbi çok karanlık, bir şey göremedik!" dediler. Emanetçi,
"-O zaman devam edin." dedi. Dikenli topu yukarıya doğru çekmeye başladılar. Bütün vücudu lime lime ediliyor, sanki ömrünün hesabını bu dikenli topa veriyordu.
Gelen acıyı saç tellerinin ucuna kadar hissediyordu. Artık bütün arzuları, istekleri, hırsları, hayalleri boğazına düğümlenmişti.
O güzel, yeşil gözleri yerlerinden fırlamak üzereydi. İşte o an âşinâ bir ses:
"-Bir de dilinin altına bakın, dedi. Ümitsiz birkaç el dilinin altını yokladı.
Artık her şey bitmiş, yapacak bir şey kalmamıştı. Bütün ümitlerinin söndüğü yerde bir güneş doğuverdi. Gözlerine dolan yaşları yanaklarından salıverdi.
"-Allah'ım, Allah'ım." dedi.
Lâ ilâhe illallah lafzını gördüler orada... Emanetçi:
"-Bırakın." dedi. "Kalbini katmadan diliyle de olsa Allah'ı anmış, bırakın. Allah affetsin!.."
Ve emâneti aldı, sessizce çıkıp gitti...
"Ey insanlar, hiç şüphesiz, Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın!.." (Fatır, 5)
Halime Demireşik
Şebnem Dergisi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dini Hikayeler
Short StoryHayattan kısa dini hikayeler watpatta en fazla dini hikaye barındıran kitabı