O sırada tuvalette bulunan iki bey de onu kaldırmayaçalıştılar: ama hiç kıpırdanamıyordu. Düştüğü merdivenindibine kıvrılıp kalmıştı. Sırtüstü çevirdiler zar zor. Şapkasıbiraz ileriye yuvarlanıp gitmiş, üstü başı da yüzükoyunkapaklandığı zeminin kir pasına bulanmıştı. Gözleri kapalı,soluk alıp verişi hırıltılıydı. Ağzının kenarından ince ince kansızıyordu.
Bu iki beyle bir müstahdem onu yukarı taşıdılar vemeyhanenin içinde yeniden yere yatırdılar. İki dakikageçmeden çevresinde bir halka oluşmuştu. Patron herkese kimolduğunu, kiminle geldiğini sordu. Kimse tanımıyordu; yalnızbarmenlerden biri bu beye bir ufak rom verdiğini söyledi."Yalnız mıydı?" diye sordu patron.
"Hayır. Yanında iki kişi vardı."
"Neredeler şimdi?"
Kimse bilmiyordu: Bir ses işitildi:
"Açılın da hava alsın. Bayılmış."
Seyirci halkası lastik gibi önce genişleyip yeniden daraldı.Zeminin mozaiğinde, baygın adamın başının yanında, koyurenkli bir madalya gibi bir kan birikintisi oluşmuştu. Adamınyüzünün külrengi solgunluğundan ürken meyhaneci polisçağırttı.
Yakasını açıp kravatını çözdüler. Gözlerini biran açar gibioldu, iç geçirerek yeniden yumdu. Yukarı taşıyan adamlardanbirinin elindeydi kirlenmiş ipek şapkası. Patron durmadan,baygın adamı bir tanıyan olup olmadığını, yanındakilerinnereye kaybolduğunu soruyordu. Meyhanenin kapılarındanbiri açıldı, devasa bir polis memuru içeri girdi. Onu izleyerekgelen bir kalabalık da kapının arkasına yığılıp kapınıncamlarından içeriyi seyretmeye koyuldu.
Meyhaneci hemen kendi bildiğini anlatmaya başladı. Kabayüz çizgileri hiç oynamayan genç polis memuru dinliyordu.Başını ağır ağır çevirerek bir meyhaneciye, birde yerdekiadama bakıyordu; hayal görmekten korkar gibi bir hali vardı.Derken eldivenini çıkardı, cebinde küçük bir defter buldu,kaleminin kurşununu yalayarak yazmaya hazırlandı. Taşralışivesiyle, şüpheli sordu:
"Kim bu adam? Adı, adresi ne?" Motosikletçi kılığında birgenç seyirci çemberini yararak yaklaştı. Yaralının yanınaçömelip su istedi. Polis de yardıma geldi. Genç adam,yaralının ağzındaki kanı temizleyerek konyak vermelerinisöyledi. Polis de aynı isteği otoriter bir sesle tekrarlayıncabarmenlerden biri bir koşu kadehi getirdi. Konyağı adamıngırtlağından aşağı boca ettiler. Adam birkaç saniye sonragözünü açıp çevresine baktı, durumu anlayınca, doğrulmayaçalıştı.
"Şimdi iyi misiniz?" diye sordu motosikletçi kılığındakigenç.
"Ha, yok b'şey," dedi yaralı, ayaklanmaya çalışarak.
Koltuklayıp kaldırdılar. Meyhaneci hastane lafı açtı,seyircilerden bazıları da öğütler verdi. Yumulmuş ipeklişapkayı da adamın başına giydirdiler. Polis sordu:
"Nerede oturuyorsunuz?"
Adam buna cevap vermeden bıyığıyla oynamaya başladı.Geçirdiği kazayı umursamaz görünmek istiyordu. Bir şeyolmadığını, küçük bir kaza olduğunu söyledi. Dilidolanıyordu konuşurken.
"Nerede oturuyorsunuz?" diye sorusunu tekrarladı polis.Adamsa kendisi için bir taksi bulunmasını söyledi. Tam onlarbu konuyu konuşurken, uzun sarı bir palto giymiş, sarışın,uzun boylu ve telaşlı bir adam barın öbür ucundan içeri girdi.Manzarayı görünce seslendi:
"Hey, Tom, ahbap! Ne oluyor?"
"Yok b'şi," dedi adam.
Yeni gelen, karşısındaki adamın bu acıklı haline bir gözattıktan sonra polise döndü:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dublinliler
Short StoryJoyce, Dublin'in yaramaz çocuklarının, sokak müzisyenlerinin, siyasetçilerinin, rahiplerinin ve bu şehirden kaçmak isteyenlerle kaçamayanların hikâyelerini anlatıyor. Dublinliler'de Joyce sarsılmayan bir gerçekçilikle, doğduğu ve büyüdüğü Dublin'de...