B20🍾

2.5K 192 165
                                    

"Hadi hyung herkes gitti geç kalacağız!"

"Geldim tamam." Diyerek çantasının fermuarını kapatarak tek kolundan geçirdi ve heyecandan yerinde duramayan Jiminin yanına ilerledi Hoseok. Bugün okullar arası olan basketbol maçının finali vardı. Kimya derslerini laboratuvarda işlediklerinden en son kendilerinin haberi olmuştu.

Yoongi geçtikleri bir hafta boyunca okul çıkışları antrenmana kalmış, takımıyla beraber sıkı bir şekilde hazırlanmıştı. Antrenman geç bittiği için sabahları okula gelse bile yorgun olduğundan derste uyuyakalıyordu. Hocalarda okul için önemli bir maç olduğundan takımdakilere tolerans gösteriyorlardı. Çıkışta ise tekrar antrenmana kaldıkları için birlikte pek fazla vakit geçirememişlerdi. Bugünkü final maçı yüzünden sabah dersede girmemişti ve tenefüslerde bile görememişti.

İçinde kabaran özlem duygusuyla merdivenlerden daha hızlı inmeye başladı. Jimin ne kadar kendisini beklesede daha fazla dayanamamış ve önden gitmişti. Basketbol oynayan ve terden saçları ıslanmış olan Jungkook onun için bambaşkaydı. Hyungunun uyuşukluğu yüzünden o manzarayı daha fazla kaçırmak istemiyordu.

Nihayet spor salonuna ulaştığında kapıyı büyük bir gürültüyle ittirdi fakat içerideki öğrencilerin yaptığı gürültünün yanında sinek vızıltısı gibi gelmişti kulağına. Gözleriyle etrafı taradığında büyük bir cümbüş vardı. Tribündeki öğrencilerin bazıları kendi aralarında konuşurken bazılarıda -aralarında Jungkook için deli gibi bağıran Jimin ve onu tutmaya çalışan Taehyungda vardı- sahada ısınan oyunculara ellerindeki pankartlarla tezahürat yapıyordu. Öğretmenler bir köşede kendi halinde takılırken, takımın koçu müdür ile konuşuyor, arada elindeki kağıda bir şeyler karalıyordu.

Hoseok yanağında hissettiği yumuşaklıkla irkilerek geri çekildi. Yanından geçen kısa etekli ve ponponlu kızlara şaşkın ve anlamsız bir şekilde bakıyordu. "Ponpon kızlar mı?" Diyerek mırıldandı. Okullarının ne zamandan beri ponpon kızları vardı? Şaşkınlığı hâlâ sürerken kapıda durmak yerine oyuncuların oturduğu yere ilerlemeye başladı. Ne kadar bakınsada Yoongiyi görememişti belki takım arkadaşları söyleyebilirdi.

Yanlarına yaklaştığında yedeklerden Jackson onu fark etmiş, yana kayarak yer açmıştı. "Hoş geldin enişte nasılsın?"

Hoseok ters bir şekilde bakıp kendisi için açılan yere oturdu. "Bana enişte deme."

"Tamam yenge."

"Jackson!" Hoseok vurmak için ayaklandığında Jackson önce davranıp sahaya kaçmıştı. Jackson gevşekliğiyle bilinsede bazen can sıkıcı oluyordu. Hoseok kalktığı yere geri oturduğunda, soyunma odasından çıkan Yoongiyi gördü. Omzunda beyaz bir havlu vardı ve siktir! O saçını sarıya mı boyatmıştı?!

Hızlı adımlarla yanına gelen sevgilisine sıkıca sarıldı. Boyattığı saçları ne güzelde yakışmıştı kendisine.

Yoonginin ise beklediği şey kesinlikle terli bedenine sarılan kollar değildi. "Bebeğim terliyim."

"Umrumda değil özledim." Diyerek daha sıkı sarıldı Hoseok. Yoongide kollarını Hoseokun beline sararken ter kokan insanlardan olmadığına şükrediyordu. Belli etmesede kendiside çok özlemişti Hoseoku. Birliktelerken yaşlı ruhuna iyi geliyordu enerjisi. Yokluğuysa hemen hissediliyordu. Bir nevi taşınabilir bataryası gibiydi. Aşk bataryası.

Hoseok kollarını çektiğinde ellerini sarı tutamlara götürüp düzeltti. Bandanası vardı fakat yinede karman çorman olmuşlardı. "Ne zaman boyattın saçlarını?" Diyerek merakla sordu. Daha önce hiç saçını boyattığını görmemişti Yoonginin.

The Catcher In The Hope ⚜ SopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin