ARAF

35 5 2
                                    

A R A F

Saf beyazın ve tehlikeli kırmızının arasında kalmıştı yine. Sol tarafındaki gizemli simsiyah siluet genç adamın ilgisini daha çok çekerken sağ tarafındaki huzur verici bembeyaz kanatlar da içini aydınlatıyordu. Sırtından soğuk terler dökülürken adam yine nefsine hakim olamayıp göz alıcı kırmızılığı seçmişti...

27 ARALIK-SALI-23.55

Bir hışımla kalktı oturduğu deri koltuktan. Gecenin bu saatinde buram buram günah ve alkol kokan bu barda yalnız başına kalmış, başı çatlayacak derecede ağrımaya başlamıştı. Barmene doğru yalpalayarak gidip ağrı kesici istedi. Barmen ilacı olmadığını söyleyince genç adamın sinir kat sayısı arttı ve etrafını bir hışımla kontrol etti. Yalnızdı. İkisinden başka kimse yoktu. Ani bir hareketle cebindeki çakıyı adamın tam kalbine sapladı, kana bulanmış demir parçasını avucunda sıkıp kırmızı sıvının elinde yavaşça yayılmasını hissetti. Bu hissi seviyordu ve bunu her yaptığında kendini daha da güçlenmiş hissediyordu. Barmen ise çoktan inleyerek yere yığılmıştı, oracıkta can vermişti. Bu kadardı işte. Genç adam için bir canı hayattan koparmak bu kadar basitti.

Şeffaf ve karanlık odada acı çekiyordu adamın ruhu. Öldürdüğü kişiden akan kan kaynar bir şekilde genç adamın bedenine dökülüyordu ve acı çığlıklarla yardım dileniyordu. Solunda kırmızı sağında beyaz kapı belirdiğindeyse bu sefer hiç düşünmeden aydınlık olanı seçti. Beyazı!

28 ARALIK-ÇARŞAMBA-23.56

Derme çatma barakasının içinde soğuktan titriyor, az önce üzerine düştüğü bacağının acısını geçirmeye çalışıyordu. Acıkmıştı fakat dolapta hiçbir şey kalmamıştı. Fakirdi işte. Ne kadar kabul etmek istemese de cebinde beş kuruş parası yoktu ve iş bulamıyordu. Pencerenin önünden gelen mırıltıyla dışarı baktı. Yardıma muhtaç bir kedi vardı karşısında. Hiç düşünmeden onu eve aldı, yemek üzere olduğu bir lokma kuru ekmeği kediye verdi. Kedi ekmeği yemeyip evin köşesine kıvrılıp uykuya daldı. Genç adam yerdeki ekmeği alıp kapısının önüne koydu. Belki sabah kuşlar yerdi. Ne yapsındı? Dayanamıyordu ve içinden hep iyilik yapmak geliyordu. Son parasını da sabah caddenin köşesinde gördüğü dilenciye vermişti. İçinden "Acaba ben de mi dilensem?" diye geçirdi fakat onun için alın teriyle kazanılmış para önemliydi. Acı içinde soğuk betona uzandı ve huzursuz bir uykuya daldı.

Genç adamın yaptığı iyilikler sayesinde ruhunun acısı biraz olsun dinmişti. Yine iki taraf arasında kalmıştı, bu sefer de kırmızı olanı seçmeye karar vermişti.

29 ARALIK-PERŞEMBE-23.57

Genç adam iki katlı villasından çıkıp siyah lüks arabasına binerken zenginliğin tadını çıkarıyordu. Yediği önünde yemediği arkasındaydı ve har vurup harman savuruyor, paraları resmen etrafına saçıyordu. Şimdi ise kitap almak için elit insanların bulunduğu merkeze doğru gidiyordu. Kısa bir süre sonra arnavut kaldırımlarının üstünde "küçük dağları ben yarattım" havasında yürürken sol tarafında dilenen bir kadın gördü. Kadının yanına gidip ona aşağılayıcı bakışlarından sundu, hakaret edip tükürdü. Ardından dikkat çekmek için pahalı eşyalarla süslenmiş olan kitap mağazasına girdi. Almak istediği kitabı bulunca fiyatına baktı ve kaşları çatıldı. Pahalı gelmişti fiyat. Zengin mi zengin bir adama küçük ücret pahalı gelmişti. Cimri bir insandı o. Ne kadar tutarsız davransa da bazen pahalı görünebilecek eşyaları almaz, tüm parasını sanki kaybolacakmış gibi saklardı. Satış elemanıyla kitabın fiyatı için tartışmaya girdi, bir anda resmen delirdi. Bağırıp çığırmaya ve raflardaki kitapları yere atmaya başladı. Dengesizin tekiydi, kötülük yapmayı çok severdi. Aklına gelen hain planla pis pis gülümseyip yere attığı kitapların üzerine basarak dışarı çıktı. Hızlı bir şekilde arabasından aldığı kolonya şişesini bir hışımla girdiği mağazanın dört bir yanına dökmeye başladı. Cebindeki çakmağı çıkarıp yaktıktan sonra yere fırlattı. Mağaza alev alev yanıyordu. İnsanlar korku çığlıkları atarak kaçmaya çalışıyordu. Genç adam yüzünde tatmin olmuş gülümsemeyle orayı terk etti ve lüks arabasıyla evinin yolunu tuttu.

Çığlık çığlığa kaldığı alevlerin arasından yalvarıyordu adam. Af dileniyordu tanrıdan ama boşunaydı. Seçtiği tarafın cezasını çekecek, yaktığı insanlar ve emekler gibi yanacaktı. Anlamıştı artık. Kırmızıyı seçtiğinde zengin ama kötü, beyazı seçtiğinde fakir ama iyi birisi oluyordu. Her daim gerçek acılarını ve hislerini bu tarifi olmayan yerde, "araf"ta yaşıyordu. Vücudu ile ruhu kızgın lavlara teslimken her iki yerde beliren ışıklardan beyaz olanı kurtulmak için seçti!

30 ARALIK-CUMA-23.58

Genç adam sefillik içinde sürünürken çok değil beş dakika önce kurumuş uzun otların arasında bulduğu bir çanta dolusu paraya şaşkınlık içinde bakıyordu. Eğer bu parayı alırsa içinde debelendiği sefil hayatından kurtulacak ve yaşamını çok daha rahat bir şekilde sürdürecekti. Ama yapmadı! Yapamadı! Karşısında onu durduran, içini huzursuz eden bir şey vardı. Vicdanı! Vicdanı onu bir türlü rahat bırakmıyor, ona hep engel oluyordu. Genç adam da şeytana uymadı ve para dolu çantayı polise götürdü. Kısa bir sorgunun ardından çantanın sahibi gelip genç adama bu ince davranışından dolayı şükranlarını sundu. Ardından hızla uzaklaştı. Genç adam belki iyilik yapmıştı ama yırtık kartonun üzerine yine karnı aç bir şekilde yatmıştı.

Genç adamın kavrulan ruhu yaptığı iyiliğin karşısında biraz huzur bulmuş, acısı azalmıştı. Fakat genç adam açlıktan ve soğuktan bunalmış, zengin olduğu hayatı seçmek için ışıkların ortaya çıkmasını dört gözle beklemişti. Ve tabii ki tercihini kırmızıdan yana kullanmıştı.

31 ARALIK-CUMARTESİ-23.59

Genç adam yüklü miktarda para verdiği kepçe operatörleriyle birlikte harap olmuş gecekonduları yıkmaya gelmişti. Çünkü rezidans yaptırmak istediği alanı kaplıyorlardı ve o yoksul insanları bir böcek gibi görüyordu. Her an öldürebileceği bir böcek... Daha iki saat önce şirketler topluluğuna büyük bir soygun düzenlemiş, yakalanması için herhangi bir açık vermeden hatırı sayılır bir vurgun yapmıştı. Eline geçen parayla da kendisine rezidans yaptırmaya karar vermişti. Kötü alabilirdi ama o yaptığı işlerden zevk alıyor, kendini durduramıyordu. Operatörlere verdiği emirle birlikte büyük bir gürültü mahalleyi kapladı. İnsanlar neler olduğuna bakmak için evlerinden çıktıklarındaysa acımasız bir yıkımla karşılaştılar. Genç adam en ufak bir uyarıda dahi bulunmamış, ev sahiplerine yıkım yapacağını bile söylememişti. Onlarca aile yalvarıp yakarmaya, genç adamın kendilerine acımasını istemeye başlamıştı. "Acırsan, acınacak hale düşersin." diyen genç adam yüzünde zafer dolu gülümsemesiyle ortaya koyduğu eserini izlemeye başlamış, çürümüş vicdanını da yıkılan evlerin betonuna gömmüştü.

1 OCAK-PAZAR 00.00

Vakit gelmişti. Şimdi genç adam ve ruhu için azap vaktiydi. Başından aşağı alev almış bir şekilde düşen beton parçalarından kaçamıyor, vicdanı hesap soruyordu. Öcünü almak için gelen tek şey vicdanı değildi. Ezdiği insanlar, yaktığı emekler, çaldığı hayatlar...

Şimdiyse pişmandı genç adam. Af dileniyordu tanrıdan. Diz çökmüş yalvarıyordu. Beyaz ışığı seçip kendisini kurtaracak iyilikler yapmak istiyordu.

Ama bu artık imkansızdı. Çünkü onun için verilmiş bir şans, hatalarını düzeltmesi için verilen tek bir gün bile yoktu.

Onun için ebediyen sürecek ızdırap ve keder vardı.

Artık anlıyordu. Günlerce arafta kalmış ve bir sınava tabii tutulmuştu.

Şimdi hatırlıyordu. Ona bir araba çarpmış, bilinci hiçliğe gömülmüştü. Ama ruhu canlı kalmış, son kez seçimde bulunmuştu.

Duyduğu son ses doktorun "Fişini çekini beyin ölümü gerçekleşti." demesiydi.

O, ebediyetinin belli olacağı bu ARAF'ta şeytana kanmıştı, kötülüğü seven her insanın mutlak sonu ona da görünmüştü.

Cehennem ve Ateş.

********

Çok önceden yazdığım bir denemeydi, paylaşmak istedim. Okuduysanız düşüncelerinizi belirtirseniz sevinirim...

ARAF | DENEMEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin