İlk Bölüm : Parçalı Bulutlu Hisler

131 14 6
                                    

     ''... ve bir yerde bitirmek lazım. Son.'' diyerek yazdığım kitabı kapatıyorum. Kahvemden bir yudum alırken gökyüzüne bakıyorum. Gökyüzü! Benim için çok önemli bir yere sahip çünkü sanki oraya baktığımda dünyadaki tüm insanlarla iletişime geçtiğimi hissediyorum. Sonuçta herkes bir defa bile olsa  kafasını kaldırıp gökyüzüne bakmıştır, öyle değil mi? Hava parçalı bulutlu tıpkı hislerim gibi. Ne çok severiz değil mi acı çekmeyi, böyle filozof gibi laflar etmeyi. Hayır, hayır.. Benim hikayem tamamen sıradan ve tamamen gerçektir. Belkide; bu dünyada yaşamış milyarlarca insan gibi hepimiz sıradan olduğumuzu unutmak isteriz. Fakat buna gerek var mıdır? Sıradan olmakdaki suç nerededir hiç düşündünüz mü? Bana göre yapmaya cesaret edemediklerimizdendir. Bir şans daha verilse yapabileceğini düşünür insan ama bence yapamaz. Zaten yapsa yapardı ilkinde be arkadaş.. Yüzüme ufak bir tebessüm konuyor ve yaşadıklarımı düşünüyorum. Eee ne de olsa koca bir ömür geçirdim: çok sevdim, okudum, hatta bazen çılgınlıklar bile yaptım. Size çılgınlık gelir mi bilmem ama bir defasında hareket eden bir trenden atladım. Şimdi size bunu anlatırken bazılarınızın, 'aman bee bu da ne ki' dediğini duyar gibiyim. Ama başında da dedim ya sıradan olucak hayatım. Ben sıradanlığın günümüzde daha samimi olduğunu düşünen, eski kafalı yaşlı bir bunağım ne de olsa.. Penceremden dışarı baktıkça, o son model araçlardaki insanların, yolda yürüyen marka giyen adamların yahut da bir çiftin el ele yürürken, o andaki mutluluklarına değil de manasız kavgalarına odaklanmalarının, kendimizi önemli sayışımızın ve bencilliğimizin bizim sıradanlığımızı örteceğini düşünenlerin ne çok yanıldığını görmekteyim. Neyse, neyse size öfkemi ya da kırgınlıklarımı kusmayacağım burda. İnsan; ne de olsa evrimsel bir canlı, fazla ümit bağlamadan ya da kızmadan yaşamalıyız. Herkes aynı farkındalıkla geçirmez, bu milyarlarca yıldızın arasında bulunan, küçük gezengendeki tek yaşam şanslarını..

     Doğruluyorum tahta ve eski sandelyemden. Adımlarım beni artık zor taşısa bile vazgeçmemek lazım, yaşamalı bi gayret. Gıcırdıyor artık herşey ve bu eşyalarda sanki benimle birlikte yaşlanmış hissi veriyor bana. Ne tuhaf şey eskimek, yaşlanmak yada kullanım dışı olmak falan. Ağır adımlarla yazı masamın yanından geçiyorum ama nasıl ağır, bir gören olsa olimpiyat madalyası verebilir tadında ironik. Halbuki eskiden nasıl hızlıydım ben ahh ahh. Bakın gene yaptım yaşımı konuşturdum ve bu gerçekten komik. Çünkü yaşlanıp yaşlanmamak elinizde değildir ve bunun birgün olacağını herkes bilir. Sanki dün yaşlanmışız gibi düşünmek sadece komiktir fakat ben kendimle dalga geçmeyi hep sevmişimdir.. İnsan bunu arada yapabilmeli ve yaşanınca bunu daha çok yapmalı. Yapacak çok şeyde yok zaten bu yaşta. Kendime kahve yapmam 15 dakikamı ve onu alıp tavan arasındaki küflenmiş kitap kokan bu odaya getirmek de 12,5 dakıkamı alıyor. Nereden mi biliyorum? Tabiki saat aracılığıyla, deminde dediğim gibi yapabileceğiniz çok fazla aktivite olmuyor..

     Elimi kitaplara yaslayıp kitap arama taklidi yapıyorum ama aslında yoruldum. Elbette bir kitaba bakmaya geldim buraya ama hangisiydi? Bilimle ilgiliydi sanki yada yok, romandı diye düşünürken buluyorum kitabı. Hah! İnsan kitaplarının yerini unutur mu hiç? Tabiki hayır. Gurur dolu bir sevinç ile tam kitabı almak için elimi uzatıyorum ki, diğer elimin altındaki kitaplar kayıyor ve yere kapaklanıyorum. Tamam canım bu sefer yaşlılıktan dem vurmayacağım söz veriyorum size. Ama iyi düşmedim demeliyim belki merak edeniniz olur. Yavaşça doğruluyorum, galiba 5 dakika sürmüştür. Şöyle üstümü başımı güzelce sildikten sonra kitaba tekrar uzanıyorum. Bir yandan da insan oda ne kadar pislenmiş diye düşünüyor fakat insanın eşi olmayınca pek takılacak şey değil bunlar. Eşim geliyor gözümün önüne hatta size göstereceğim bu kitabı, o yazmıştı bana. Tabi benim gibi bencil, inatçı ve sevginizi belli etmemeyi tercih eden birisi değilseniz, eşiniz sizi bırakıp gittiğinde, kafanızı bin kere duvarlara vurmazsınız. İnsanız demiştim ya biraz önce, işte o insanlardandım bende. Geç oldu anladım fakat.. Ahh eşek kafam benim! Bir şeyi de zamanında yapamam zaten. Ne oldu ki anladım da, bu dört duvar arasında yalnızlık içinde kaldık kitaplarla. Ne değeri var ki şimdi birşeylerin. Zamanında olmalı herşey, zamanında yapılmalı ilişkiler. Bu içi geçmiş konuşmaları bile zamanında yapmalıydım. Bunları düşünürken bir yandan masama dönmeye başladım bile ama öncesinde eski dostum olan gramafonuma bir plak koyayım. Sever misiniz bilmem ama, Ella Fitzgerald'ın Duke Ellington ile yaptığı albümü, daha doğrusu onların deyimiyle şarkı kitabını çok severim. Eski falan ama bu gramofon beni yarı yolda bırakmayan tek şey galiba. Müzik güzel şeydir ve inanır mısınız birgün sahnede gitar parçalamışlığım bile vardı. Alın size bir çılgınlık daha..

     Sessizlik ve müzik. İnsanın bulabileceği en büyük huzur budur arkadaş! Daha doğrusu sevmek yaptığı şeyi, işi yada ciddiye almakda olabilir. Neyse canım böyle bir takım sözler işte hayat dediğin ve geriye kalan sadece yaşanmışlıklarıdır insanların.. Gözüm bu nokta da kitaba ilişiyor ve yavaşça üstündeki tozu üfleyerek temizliyorum ama tabi yıllar olmuş ben bu kitabı elime almayalı. Nasıl alabilirdim ki arkadaşım, bizimkiside kalp! Kızmakta haklı değilim şimdi hiççç kendimi kandırmamalıyım. Çok ender güzelliklerle dolu, hani böyle gökyüzü gibi içten ve net bir hayatım ve aynı zamanda da çok kolay bulunabilen sıradan bir kişiliğim oldu. Hep düşündüm insan nedir diye. Nasıl olmalı, ne yapmalıdır diye. Saatlerce gökyüzüne bakıp, kim bu insan be kardeşim dedim. Fakat cevabı gelmedi. İşin garibi, bu cevabı verebilecek birilerini de tanımıyorum zaten. Birisinden bu cevabı söylemesini beklemek de salakça belki. Aman ne yapalım, ilk sevgilimdi gökyüzü benim ve belki de bir gün yine ona bakıp düşünürken gideceğim bu dünyadan.  Geçmişimi özleyerek gideceğim. Öyle ki, size değer veren tek bir insanın bile yanınızda olmadan kaybolup gideceğinizi düşünün. Öyle ki, değerini bilmeden yaşadığınız her anı geri getirmeyi umarak kaybolmayı düşünün. Düşünün bir kere yok olucaksınız ve tekrar gelmeniz mümkün değil buralara. Bu bazen sövüp, bazende doyasıya tadını çıkardığımız mavi gezegene.. Ya da sizi tek seven insanın sizden önce yok olması ve elinizden birşey gelmemesi de mümkün. Bunu düşünmek beni mahvediyor ve ne yazık ki insan zamanı durduramıyor. Öyle ki bir süre dünyaya sövüyor, sonra da hayatına. Sonra gökyüzüne dalıyor fakat unutamıyor. Öyle ki, bu kitabı açmayı düşünmek bile şu anda beni korkutuyor malesef.. Neden olduğunu anlayacaksınız ve size bu hikayeyi aslında benim değil ama eşimin anlattığını görüceksiniz. Zaten hiçbir zaman iyi bir anlatıcı olmadım hatta istemedim, belki de onun sesini duymayı istediğimden hatta daha fazla hatta şu anda bile istediğimden bu hikayeyi anlatmaya çekinir oldum. Ama artık zamanı geldi ve bence bu hikayeyi benden başka bilenlerde olmalı. Malum hayat kısa; bazıları ders çıkarmak istesede sizden tek isteğim yaşadığım sıradanlığı ve onun içindeki muazzam mutluluğu görebilmenizdir..

    Hüzünlendim, bir an öylesine hiddetli hüzünlendim ki; doktorların bir daha göz pınarlarından yaş akmayacak demesine rağmen, gözlerim yaşarmıştı. Gözümdeki damlaları silince oda daha bir net olmuş ve düşünmeye dalmıştım bir müddet. Kitaba bakıyorum, resmen kitabı öpüp koklamak geliyor içimden ama bunu yaparsam daha en başta bana deli dersiniz diye yapamıyorum işte. Ne yapayım bende böyle birisiyim. Ama insan aldırmadan duygularını yaşamalı, sevmeli, coşmalı, bağırmalı böyle sokaklarda son derece güçlü bir şekilde, takmamalı onun bunun dediğini ve çimlere uzanıp yıldızlı bir gece de gökyüzüne bakıp onu düşünmeli.. Yani yaşamı.. Tamam sıkıldınız belki de ama anlatmalıydım. O zaman bu kitabı beraber okuyalım. Hazırsanız eğer, gelin benimle, başlayalım...

Son Ay TreniHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin