› ateşkes

52.7K 3.9K 1.3K
                                    

Maç sonrası tüm takım ve antrenör olarak bir kafeye gelmiştik. Burası her maçtan sonra geldiğimiz kafeydi, takımdan birisinin babasına aitti. Maç sonraları buraya gelip tüm maçı izleyerek yorumlar, sanki maçta gibi heyecanlanırdık.

"Lay lay lay lay laay lay lay la la lay lay! Ulan Allah'ına kurban senin be!"

"Bak şu hareket iyimiş. Kim lan bu çöp?!"

"Ulaa kaçan pozisyona bak!"

Testosteron kokan ortamda oturduğum sandalyede iyice öne eğilmiş, gözlerimi ekrandan ayırmıyordum. Her çıkan pozisyonda takımca büyük tepkiler verirken, maç bitmemiş gibi ceza sahamıza giren her topta nefesleri tutuyorduk.

"Aha aha gol geliyor!"

Topun benim ayağıma geldiği vakit herkes çıt çıkarmayarak ekrana kilitlendi.

"Nereye bakmışsın öyle lan?"

Golden önce antrenöre baktığım zaman dilimini sormuştu Sinan. Nedensizce gerilip "Ne bileyim oğlum, rastgele bakmışımdır." dedim umursamazca. Üstünde durmayarak ekrana geri döndü. Neden antrenöre baktığımı söylemedim bilmiyorum, belki de beni gaza getirenin o olduğunu hem onların hem de antrenörün bilmesini istememiştim.

Golün ardından bağırışlar ve kahkahalar yükselirken bu rutin bir süre daha böyle devam etti. Önümdeki unuttuğum için soğumuş çaya bakıp ağzımın içinde bir küfür geveledim ve onu da elime alarak ayağa kalktım. Çay ocağına yürürken bunu ilk defa yapmamanın rahatlığı vardı üstümde.

Ocağa girdiğimde soğumuş çayı döktüm ve tazeledim. Bardağı çay tabağına koymuşken arkamdan gelen "O tabağa koyarsan düşürürsün." sesiyle irkilip arkama döndüm. Antrenör, kollarını göğsünde birleştirmiş, ocak kapısının eşiğinde bana bakıyordu. Yüzü ifadesizdi.

Dediğini anlamayarak "Efendim?" dedim. Birkaç saniye yüzümü inceleyip kollarını çözdü ve yanıma doğru adımlamaya başladı. Bu sırada az önce dediğini de açıklıyordu.

"Bardak, tabağın çıkıntısından daha küçük kalıyor. Ufak bir yanlışla dökebilirsin çayı." İspat etmek ister gibi eline aldı ve bardağı tabağın çıkıntısında oynattı.

Ağzımı açıp cevap vermeme izin vermeden ciddi bir şekilde çayı tezgaha bıraktı. Üst raflardan birisinden tam bardağa uygun bir tabak aldı ve çayı onun üstüne yerleştirdi. Hemen ardından da önüme uzattı.

Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemeyip "Teşekkürler." diyebildim sadece. Bana yardım etmiş olmasından ziyade sanki çok önemli bir işmiş gibi yapması şaşırtmıştı beni. Onun hakkında yazılanlardan birisi de mükemmelliyetçi birisi olmasıydı, bu yönünü antrenmanlarda görüyor olsam da ilk kez normal bir işte görmüştüm. Ben ise onun aksine her şeyin en kolayı neyse onu yapardım her zaman.

Hiçbir şey deme gereği duymadan dikilmeye devam ettiği süre sonunda dayanamayıp "Bir şey mi söylemek istiyorsun koç?" dedim. Grileri kısa bir an küçük odanın içinde gezindi, sonrasında bana dönüp diliyle dudağını ıslattı ve "Maçta iyi oynadın." dedi sadece. İçimdeki hayranlığı geç, onun gibi birinden bunu duymak bile çoğu arkadaşımın hayaliydi ve sanırım buna az önceye kadar ben de dahildim. Ne kadar sert birisi olsa da çocukluğumun bu anı gördüğünde onun hakkında hayal kırıklığına uğramayacağını düşündüm.

Kendimi tutamadan gülümseyip "Teşekkürler." dedim ve ardından gelecek cümleyi engellemek için dilimi ısırdım. Az kalsın 'Sizin sayenizde' diyecektim. Maç sevincinden düşüncelerim bile birbirine girmişti. Yine de bu aramızdaki ateşkesin en kısa sürede bozulacağını ve onun yine sert tavrına döneceğini biliyordum. Ve inanın bana istediğiniz kadar çocukluk idolünüz, kendinizi keşfetmenizi sağlayan insan olsun, sürekli azarlayan kişiye karşı iyi şeyler hissedemiyordunuz!

Aramızda tekrar bir sessizlik baş gösterirken "O zaman, içeri geçeyim ben?" dedim. Bedenini sağa çevirip bana yol verdi. Elimde çayla içeri döndüğümde giderkenki sessizliğin aksine yüksek sesli konuşmalar karşıladı beni. Az önce oturduğum masaya rahatça yayıldım ve çayı önüme bıraktım. Yine unutmamak için kısa süre sonra alıp yudumlamaya başlamıştım bile.

Çayım bittiğinde bile aynı şekilde oturmaya devam ettim. Maçın yorgunluğu, duygu değişimleri derken bedenim halsiz düşmüş olmalıydı. Başımı sandalyenin üstüne yaslayıp mekânın açık bıraktığı gökyüzünde gezdirdim bakışlarımı. Hava iyice kararmış, saat yarımı geçmişti. Buna rağmen birçok kişiden çıkan konuşma sesleri kimsenin eve gitme niyeti olmadığını gösteriyordu.

Ne kadar süre orada oturdum bilmiyorum fakat düşüncelerimi bölen ve irkilmemi sağlayan bir bağırış sesiyle gerçek dünyaya döndüm. Başımı hızlıca sesin geldiği yöne çevirdiğimde Melih ile iki tane tanımadığım çocuğun bağırıştığını gördüm. Gördüğüm gibi ayağa kalkıp uyuşmuş bacaklarımı umursamadan onlara doğru ilerledim. Karşısındaki çocuk Melih'i ittiğinde yanlarına ulaşmıştım, daha sert bir biçimde çocuğu itip "Hayırdır gece gece?" dedim sorarcasına. Aynı anda mekâna göz gezdirdiğimde neredeyse herkesin gitmiş olduğunu gördüm. Uzun süredir oturuyor olmalıydım.

Karşımdaki sinirli adam "Sana ne lan avatar?" dedi yüksek bir sesle. Ellerim iki yanda yumruk olmuş, "Düzgün konuş!" derken hafif bağırmıştım. Bana küçümseyici bir bakış atıp "Konuşmazsam ne olur lan, velet?" dedi. Kendisi de benim yaşlarımda, belki bir-iki yaş büyük duruyordu. Bu yüzden dediğine gülüp "Bu olur." dedim ve sabahtan beri kaşınan yumruğumu adamın sol elmacık kemiğine salladım. Anında kızışan ortam ile dengesini kaybedip düşen adamı göremeden sol dudağıma bir yumruk yemiştim. Ben bana yumruk atan adamın yakasından tutup sert bir kafa geçirirken, Melih'in de diğer adamla ilgilendiğini göz ucuyla görmüştüm.

Tekrar yumruk atmak için kalkan elim, bileğimin sert bir şekilde tutulmasıyla hedefine ulaşamadı. Sinirle kafamı beni tutan elin sahibine çevirdiğimde antrenörü gördüm. Benim bir kolumu sertçe tutarken Melih'i de geri çekiyordu.

Ondan duymaya alışık olduğumdan bile daha sert bir sesle karşımızdaki üçlüye "Siktirin gidin gece gece belanızı benden bulmayın." dedi. Soğuk sesle söyledikleri üç adama da aynı etkiyi yapmış olacak ki, afalladılar bir saniye. Bu afallamada onu tanıyor olabileceklerinin de payının olduğunu düşündüm çünkü buralarda ismi oldukça popüler sayılırdı. Sebep her neyse adamlar daha fazla uzatmadan son kez bize bir bakış atıp homurdana homurdana çıktılar mekândan.

Kavga edememiş olmanın verdiği sinirle ofladığımda yüzüme bakan sinirli bir çift gri hareyi fark ettim. Etrafta üçümüzden başka birisinin olmamasından ötürü rahatça sesini yükseltip "Çocuk musunuz siz!?" diye sordu. Sorudan ziyade cevap almayı bekler gibi bir hâli yoktu. "Yarın antrenmanlara devam edeceğiz ve siz bir grup aptalla kavga ederek enerjinizi harcamak mı istiyorsunuz?! Hem de yoktan bir sebeple!"

Ağzımı açıp sinirle bir şeyler söylemek istedim fakat çıkacak kelimelerin kaba kelimeler olduğunu anlayıp yuttum hepsini. "Melih'e bulaşmışlardı, ne yapsaydım?" dedim kaşlarımı çatıp en sonunda. Bana her zamankinden de sert bir bakış atıp "Melih'ten sana ne?" dedi, sanki arkasında Melih yokmuş gibi.

Cevap vermek için ağzımı açmıştım ki, "Kendine gel, futbolcusun sen boksör değil. Adamlardan biri bacağını kırsa futbol hayatın tehlikeye girer!" dedi. Bu söylediği konusunda haklı olduğu için açık ağzımı kapattım ve dişlerimi birbirine bastırdım. Daha bir saat önce beni tebrik eden adamın şimdi yüzüme sorumsuz bir çocukmuşum gibi bakıyor olması zaten sinirimi bozarken haklı olması bu durumu körüklüyordu.

Birkaç saniye yanan gözleriyle yüzümü süzdü. Sonunda cevap vermeyeceğimi anladığında ikinci bir bakış atmadan az önceki adamlar gibi çıktı mekândan. Arkasından sinirle bakarken dişlerim sıkılı, kaşlarım çatıktı.

Ateşkesimizin kısa süreceğini bilsem de, bu kadar kısa süreceğini tahmin etmemiştim.

01.10.20 | Linda Lewis

Antrenör [b×b]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin