-
Kalpler nefrete, acıya ve yenilgiye; yaşadıkları ölüm gibi gelen duygulara, bazıları ise en basitinden onları kıracak minik davranışlara karşı dayanamayıp sert bir taşa dönüşürken, bazıları ise toprağa dönüşür ve sıcacık, her bir yaprağı saf sevgi dolu çiçekler çıkarır. Bu demek değildir ki taşa dönüşen o kalplerin altında nefretin arkasına sığınmış sevgi yok. Gözükmeyen o kederli ve insanoğluna küsen sevgi sadece herkesin olmasa da, bir kişinin onu bulmasını ümit edip, yeniden doğmayı bekler; duvarlarını kıracak bir nedene kadar...
Jung Hoseok batmış haldeydi. Hayat onu her zamanki gibi savunmasız bırakmıştı. Bir zamanlar güneş kadar parlak ruhu şimdi ise okyanusun en derinine gömülmüştü. Gülemiyor, derdini kimseye anlatamıyordu. Kocaman dünyada bir başınaydı, yalnız ve çaresizdi, bildiği her şeyi unutmuştu. Korku ilk defa bu kadar belirgindi; betondan yapılmış zemine işlenecek kadar ağırdı. Tarif edilemez bu his yorucuydu, her şeyin sonuna varmış gibiydi.
Kulağına ilişen halkın boğuk sesi rahatsız edici boyutlara yükselirken Hoseok elleriyle yüzünü ovuşturdu. Derin nefesler alıyor ve gözlerindeki yaşları geri göndermeye calışıyordu. Heyecanlılardı, kandırıldıklarının farkında olmadan kendilerini habersizce ölüme sürüklüyorlardı. Çirkin ölüm onlara ellerini açmış bekliyordu, masum ruhlar en sevdiğiydi.
Çocuklar uzun aradan sonra sevinçli yüzlerini saklamayarak birbirlerine heyecanla hayallerini anlatıyorlardı; uçurtma uçurmak, balık avlamak ve saklambaç, daha fazlası. Yeni bir hayata attıkları adımlar yoktu, ecele gidiyorlardı. Mutlu gözleri henüz üzüntüden bihaber, ruhları bir o kadar nefretten yoksun. Saf ve masum bedenler cani liderler tarafından bir hiç uğruna yok edilecekti. Havada süzülen kuşlar kadar bile özgürlükleri yoktu. Hak ettikleri kadarını alamıyorlardı. Onlar bu kara döneme kurban gidecek olan şanssız kimselerdi.
Kaderin cilvesiydi. Kader insanları düşünmezdi. İnsanlar ona göre kötüydü, bencildi. Çok da haksız sayılmazdı. İnsanoğlu günahkâr Adem ve Havva'dan aldıkları kanla birdi. Doğuştan günahlarla dolu doğuyorlardı. Yine de onların bir şansı vardı, dünyalarında iyi bir insan olarak yaşarlarsa affedilirlerdi. Ancak kader bu çocuklara, büyüklere ikinci şansı vermemişti.
Genç doktor titreyen ellerini sertçe birbirine bastırıp, kafasını hafiften etrafı görecek şekilde kaldırdı. Nefes almakta zorlanıyor, kuru boğazı ile yutkunmaya çalışıyordu. Havada boğucu sıcaklık ve insanı mayıştıran bir meltem vardı. Askerlerin çamurlu botlarının yere değerken çıkardığı sesler Hoseok'un kulağında tekrar tekrar yankılanıyor, korkunun bütün vücudunu sarmasına neden oluyordu. Elleri ile yüzünü avuçluyor ve tekrardan dizleriyle buluşturuyordu. Olduğu kirli duvara yaslandı ve dizlerini daha da kendine doğru çekti.
Ne yapacaktı? Ona akıl verecek biri bile yoktu. Yapayalnızdı, korkaktı. Gözü ölümden o kadar korkuyordu ki, her şeyi yapabilirdi. Sonradan pişman olacağını bilse bile yapardı.
Bir grup asker tek tek evleri dolaşıp soykırımda katledecekleri insanları topluyorlardı. Bu haberi bir hafta önce iki askerin konuşmasından duymuştu ve kimseye bahsetmemişti. Aileler hiçbir şeyden habersiz götürülüyorlardı. Topladıkları kişiler; Yahudiler, Slavlar, Romanlar, eşcinseller, engelli siviller, esirler ve siyasi muhaliflerdi. Bunu ilk duyunca korkudan ne yapacağını bilemez hale gelmişti. Sadece evine kapanıp kendini yavaşça yiyip biritmişti. Onca insan ölecekti, erkekler, kadınlar, azınlıkta kalanlar; daha hayatlarını yaşayamamış, umutları yok edilecek çocuklar. Bunları düşündükçe hepsinin bir rüya olmasını istiyordu. Ne yazık ki kimse onu bu kabustan uyandıramazdı. Dünya savaş ilanlarını vermişti, şimdiden binlerce insanın öldüğü haberleri minik şehrinde gazetelerin en başında yer almıştı. El üstünde tuttuğu çocuklarını savaşmaları için gönderip ölü bir şekilde geri alan annelerin acı yakarış ve yasları kasabaya gölge düşürmüş, hüzün ile sarmıştı. Bazı kadınlar çocuklarının, kocalarının ölülerini bile geri alamıyordu, herkes mahvolmuştu. İnsanların bu kadar sorunları varken bu sefer sırf normalin dışı olarak görüldükleri için öleceklerdi. Yaşadıkları topraktan kan kokusu geliyor, hiçbir zaman bu savaşların durmayacağını keskin bir dille belli ediyordu. Tanrı tekrardan öcünü güçsüzlerden alıyor olmalıydı, her seferinde aynıydı. Yukarıdakilere zarar gelmezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
war of hearts | sope
FanfictionBir veya iki kadeh kaldıralım; senin üzerinden kaybettiğim her şeye.