-
Âşık olduğunu sanıp nefret edenlerin sayısı azdır, insana katlanılmaz bir acısı da yoktur ancak işler bunun tam tersi olunca... Nefret sandığın şeyin aşk olduğunu anladığın zaman, sadece yok olmak istersin. Yok olmak ve bütün hislerini sonu gelmeyen derin bir okyanusa atmak.
Batan güneşi, kirli camlardan kafasını yatırarak izleyen başkomutan ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. Yapabileceğinden emin olmadığı tonlarca sorumluluğu başını yeterince ağrıtıyorken bir de üstüne doktor gelmişti. Onun iyi olup olmadığını merak ediyordu ama inadı yüzünden odaya girmiyordu.
Namjoon, Hoseok'u eve geri getirmiş ve gösterdiği odaya sokmuştu. Kapıyı girmeleri için açarken Namjoon'un sırtındaki baygın beden kanının çekilmesini sağlayıp üstüne bir süre kendisine gelememesini sağlamıştı. Bilinci kapalı bedenin solmuş yüzü gözlerinin önünden gitmiyordu. Onun hakkında neden kendini suçlu hissettiğini anlayamıyordu. En çok da kendini kötü hissettiren şey doktor hakkında hissettiği endişe duygusunun çok başka yerlere çekilebileceğiydi. Askerin sesiyle yerinde dikleşerek kafasını iki yana hızlıca sallayıp uzun bedene baktı. Dalgın tavırlarını bir yana bırakarak derin bir nefes verdi.
"Verdiğin yatakta yatıyor şu an." Asker oturduğu eskimiş koltuğa yerleşip ellerini dizlerinin önünde birleştirdi. Yoongi askere göre biraz gergindi. Suçluluk duygusunun esir aldığı kafasını boşaltmaya çalışması bir şey ifade etmiyordu. Namjoon'un kendine gönderdiği sinirli bakışları yanlış yapmış gibi hissettirirken kızmaması elde değildi. Kararlarının sorgulanmasından nefret ediyordu ama bu durumda haksız olduğunu biliyor oluşu kaçınılmazdı.
Kafasını eğmesiyle siyah tutamları alnına düştü, çekmek için bir harekette bulunmadı. Birkaç dakika bir şey demeden dilini ısırdı ve eninde sonunda konuşması gerektiğine karar kıldı. "Yemek yedi mi?"
Namjoon, başkomutanın merakla sorduğu soruya hiç bekletmeden dalgaya alır bir vaziyette cevap verdi. "Baygın bir beden nasıl yemek yiyebilir?"
"Hâlâ uyanmadı mı?"
Bir kere daha duyduğu saçma soru gülmesini sağlamıştı. "Sence uyanmış gibi mi duruyor?"
Hemen karşılarındaki kapısı açık odayı parmağıyla gösterince Yoongi anlık bir boşlukla gözlerini yatakta yatan adama çevirmişti. Hiç hareket etmeden yatışı başkomutanın daha da pişman olmasını sağlıyordu. Kendine hakim olamadan ayağa kalktı ve hızlı adımlarla odaya girdi. Uyuyan bedenin yanına oturdu ve üzgün ifadesini saklamaya çalışarak bakışlarını doktorda gezdirdi. Kahverengi saçları hiç kullanılmamış ipek yastığa dağılmış, elleri yorganın dışındaydı. Kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerine düşüyor, çillerini kapatıyordu. Düzenli nefesleri ritmini koruyor ve göğsünü sakince hareket ettiriyordu.
Yoongi anlayamadığı, aniden gelen karın ağrısıyla yüzünü buruşturup gözlerini kıstı. Bu kadar pişman hissetmesi olur değildi. Elini yavaşça esmer yüze değdirerek hafif bir şekilde okşadı. Tepkisiz vücudun hafif bir hareketlenmesi siyah saçlının olduğu yerden korkarak kalkmasını sağladı. Nefesini tutan beden aceleyle Namjoon'un yanına geri gitmiş ve koltuğa bıraktığı şapkayı başına geçirerek evden çıkmaya hazırlanmıştı. Asker şaşkın bir ifadeyle nereye gittiğini sorduğunda ise aldığı tek cevap, "Burada boş boş oturacak kadar işim yok mu sanıyorsun?" cümlesiydi.
Yoongi'nin ani çıkışının ardından yarım saat sonra Hoseok sızlanmalar ile gözünü açmıştı. Daha kendine gelemeden Namjoon mutlulukla hazırladığı yemeyi yerdirmiş, her an bayılacak gibi duran bedeni biraz da olsa normale döndürmüştü. Hoseok binlerce teşekkürün ardından askeri artık yanında durması gerekmediğine zorla ikna etmeyi başardıktan sonra bütün vaktini yatağında yatarak geçirmişti. İçini yiyip bitiren korkuları saatin geceyi göstermesiyle daha da artış gösteriyordu. Başkomutanla uzun süredir konuşmaması kendini yeterince kötü hissettirmişti ve şimdi Namjoon'un anlattıklarına göre bir süre burada beraber kalacaklardı. Yoongi ile aynı ortamda geçecek günleri ne yapacağını zorlaştırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
war of hearts | sope
FanfictionBir veya iki kadeh kaldıralım; senin üzerinden kaybettiğim her şeye.