-
Bazen ne istediğini bilemezsin. Karanlık seni karamsar elleri ile sarar ve işte o an, zaman kavramını yitirirsin. Delirmene çeyrek kalmış mıdır yoksa çoktan delirmiş misindir? Bunu ne sen bilirsin ne de seni boğan düşüncelerin.
İçeriden gelen derin inlemelerle Hoseok Namjoon'u beklemeden kapıdan içeri girdi. İki asker acemice genç adamın üst bacağından kurşunu çıkarmaya çalışıyorlardı. Başkomutan vücudunu saran ağrılara karşı sızlanmalar bırakıyordu. Siyah saçları terden alnına yapışmış ve üniformasının düğmeleri açılmıştı. Hoseok bu görüntüyü izlemeye daha fazla dayanamayarak üzerindeki kirlenmiş önlüğü çıkardı ve askerileri iterek başkomutanın yanına geldi. İtilen askerler anın şokunu atlatamamışken Hoseok dolaptaki işine yarayacak aletleri çıkarırken Namjoon'a ithafen konuştu. "Askerleri alın ve çıkın. Komutanınızın acı dolu inlemelerini bizzat duymanızı istemeyeceğini düşünüyorum." Dediği cümlenin ardından sedyede acıdan kıvrılan bedene doğru eğildi ve çıkardığı önlüğüyle pantolondan sıyrılan bacağı kanlardan arındırmaya çalıştı. Aynı anda başkomutana bakıyor ve cevap alamamasına rağmen, "İyi misin?" diye sorup duruyordu.
Başkomutan ise doktoru duymazdan geliyor, bir an önce işini halletmesini bekliyordu.
Hoseok askerlerin çıktığını anlayınca aletlerin önüne gitti ve işine yarayacak olanı alıp yerine geri geldi. Sedyede olanın siyah dağılmış saçlarını alnından çekti ve gözlerinin görünmesini sağladı. Gözleri birbirleriyle kesişince ağzını araladı. "Adın ne?" Başkomutan bu gayri resmi soruya karşı kaşlarını çattı ve sinirli sesiyle karşılık verdi. "Sana benimle böyle saygısızca konuşma hakkını kim verdi?"
Doktor sinirli ses tonuna duyunca sırıtmış ve elindeki aparatı üst bacağa doğrultmuştu. "Senin doktorunum, özel doktorun." Başkomutan cevap verecekken bacağına yayılan korkunç acıya karşı yüksek bir tonda bağırdı ve dişlerini sıkarak doktorun kolunu sıktı. Hoseok daha da acısız yapmaya çalışırken bir yandan gözlerini acı dolu yüzde gezdiriyordu. Başkomutan denince aklına daha heybetli ve iri yapılı biri gelmişti ama şu an karşısında oturan beden bunun tam tersiydi. Böylesine biri olup yine de başkomutan olmak her yiğidin harcı olamazdı, onun için emindi ki işinde bayağı iyi olmalıydı. Derin, sık nefesler alıyordu ve gözlerini sıkıca kapamıştı. Burada acısını azaltabileceği bir şey yoktu onun için katlanmak zorunda olduğunu biliyordu. Doktor sonunda kurşunu çıkarınca derin bir nefes almıştı. "Özel doktora ihtiyacım yok."
Hoseok gülmüş ardından iğne ve iplikle siyah gözlere bakmıştı. "Şu an olduğun durum bayağı bir özel doktora ihtiyacın olduğunu gösteriyor komutanım." Saygısız olan konuşmasını kendi çapında saygılı yaptığına inanarak konuşmaya devam etti. "Dikiş atacağım çünkü hangi silahla vurulmuşsan fazla parçalamış. Eğer dikiş atmasam iyileşmesi uzun sürer ve tahminimce senin bu kadar zamanın yok. Dayanabilirsin umarım."
Siyah saçlı, kaç kere çattığını bilmediği kaşlarını tekrar çattı. "Dayanamayacağımı mı düşünüyorsun?" Hoseok yumuşak deriye iğneyi batırmasıyla kulağında yankılanan inleme ile kafasını hafifçe salladı ve gözlerini yaptığı işe odaklandı. "Ağzımdan öyle bir şey çıkmadı, komutanım." Dikişleri atarken elini kendinden küçük olan ele uzattı ve "Sık istersen." Dedi.
Başkomutan bunu duyar duymaz eli sertçe itti ve kafasını yukarı doğru kaldırdı. "Haddini aşma ve işine bak doktor."
Hoseok sert cevapla kafasını belirsizce salladı. Bitirdiği dikişine düğüm attı ve dişiyle kesti. Önlüğünü muslukta ıslattı ve kurumuş kan lekelerini sert olmayacak şekilde sildi. Alt rafta duran sargı bezini aldı ve sardı. İşinin bittiğini belli edercesine ayağı kalktı ve etrafta gözlerini kestirdi. "Tıbbi açıdan bu kamp bayağı bir eksik."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
war of hearts | sope
FanfictionBir veya iki kadeh kaldıralım; senin üzerinden kaybettiğim her şeye.