Kasvetli bir geceydi. Genç adamın bulunduğu izbe yerdeki ufak kulübenin duvarları rutubetliydi. İçerisi nemli ve çarşaflar küf kokuyordu. Kulübenin içi dışından da ufaktı. İçeride taştan bir şömine, yastığı ve döşeği samanla doldurulmuş bir divandan bozma yatak ve bir de masayla sandalye vardı. Etraf şöminenin yanan ateşiyle aydınlanıyordu.
Genç adam terli saçlarını elleriyle itip altındaki oğlanın boynuna gömüldü. Bir yandan kendini iterken bir yandan da oğlanın hassas boynuyla ilgileniyordu. Eli pembe göğüs ucunu buldu ve sıktı. Genç oğlandan sesli bir inilti yükseldi. Sesini alçaltması için bir hamlede bulunmadı, zaten bulundukları yer ormanın derinliklerindeydi.
Sınırına yaklaştığını fark ettiğinde daha da hızlandı genç adam. Altındaki oğlanın bağırışlarını umursuyor gibi görünmüyordu. Kasıklarından yayılarak tüm vücudunu çepeçevre saran o hissi hissettiğinde kendini sert ama yavaş bir ritimle bir kaç kez daha itti. Rahatladığını hissettiğinde oğlanın içinden çıkıp yerdeki kıyafetlerini giymeye başladı.
"Tekrar görüşür müyüz?" diye sordu genç oğlan.
Genç adamın sessiz ve çarpık gülüşü cevabı zaten verir nitelikteydi.
"Bari adını söyleseydin." genç oğlanın sesi mahcuptu.
"Her şeyi bilmene gerek yok, giyin de seni bırakayım." dedi genç adam.
Atın üstünde geçen yaklaşık yarım saatin sonunda oğlanı kasabaya yakın bir mesafede bırakıp, kendisi de atı aldığı adama teslim edip bir tavernaya girmişti. Siyah saçları soluk pelerininin altında bile kuzgun gibi göz alıyor, gözleri alev gibi parıl parıl parlıyordu. Ama bir hayalet kadar sessizdi. Bu yüzdendi tüm kasabada adının hayalet diye anılması.
Arkadan gördüğü iri, saçları yer yer dökülmüş adamı hemen tanıdı. Bugünün kurbanı oydu. Bar kısmına yaklaşıp adamın yanına yerleşti. "Viski." dedi elini kaldırıp. Adam yanına dönüp bir göz atmıştı hemen.
"Bir an hiç gelmeyeceksin sandım." Adamın sesi kısıktı. Birilerinin duymasından korkar gibi bir hali vardı.
"Fazla uzatmayalım." dedi genç adam. Gelen viskiyi tek yudumda bitirip arkasına bakmadan tavernadan çıktı. Adamın peşinden geleceğini biliyordu.
Altmışına merdiven dayamış adam genç kadar hızlı değildi. Ama birazdan olacakları düşündüğünden dizlerine bir kuvvet gelmiş, normalden hızlı hareket eder olmuştu. Genci bir kaç sokak boyunca takip ettikten sonra bir ara sokağa girmişlerdi. Karanlıktı. Çiseleyen yağmur damlalarının sesinden başka ses duyulmuyordu.
"Burada mı yapacağız?" dedi yaşlı adam genç olana yaklaşırken.
"Yer fark etmez demiştin hani?" dedi genç adam. Sesi cilveliydi. "Hem, böyle daha heyecanlı."
Yaşlı adamın heyecandan soluğu kesilmişti. Kendince hızlı bir hamleyle gencin beline sarılıp boynuna uzanmıştı ki sırtında keskin bir acı hissetti. Daha konuşmaya bile fırsat bulamamışken boğazı da boylu boyunca kesilmişti. Kan oluk oluk gövdesinden aşağı akarken neyse ki bu iğrenç manzarayı görmüyorum diye içinden geçirdi genç adam. İğrenç, suda boğulmaya benzer sesler gelmeye devam ederken yaşlı adamın son nefesini verdiğine emin olduktan sonra hızla sokağı terk etti.
Ormana gidip her zamanki yolu izleyerek gizli tünele ulaşmış, oradan da saraya girmişti. Üstü başı kan revan içindeyken giremezdi elbette. Geldiğinde giymek için bıraktığı kıyafetlerin yanında bir başkası vardı.
"Mingi!" dedi genç adam. "Burada ne işin var?"
"Yine nereye kayboldun diye merak ettim." dedi Mingi sonra öğürmemek için kendini zor tuttu. "Yeonjun! İğrenç kokuyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ad astra, yeonbin
Fanfiction[choi yeonjun & choi soobin] Batı Krallığı'nın kralı Kim Namjoon, kendi himayesi altına alıp yetiştirdiği suikastçi Choi Yeonjun'u Doğu Krallığı'nın veliahtı Prens Kim Soobin'i öldürmesi için görevlendirir. Görev oldukça basittir. Ama Yeonjun çıkaca...