11 KASIM 2020
Harry'nin en büyük hayalinin gerçekleşmesinin üzerinden bir yıl geçmişti.
Tam bir yıl önce Harry ve Draco, Harry'nin yıllardır hayali olan Evgeny Grinko konserine gitmişlerdi ve Draco biliyordu ki, Harry o gün gerçekten mutluydu.
Gözlerindeki parıltıyı görmüştü. Tüm gece boyunca o çok nadir karşılaştığı, gözlerine ulaşan gülümsemesini görmüştü. Küçük bir çocuk gibi yerinde duramamasını izlemişti. Piyanonun sesiyle kendini kaybetmesini seyretmişti.
Bir yıl önce bugün, belki de Harry'nin gerçekten mutlu olduğu son gündü.
Bu yüzden bugünü atlatmak, geçen tüm aylardan daha zordu Draco için. Kendine bugün ağlamamak için söz vermişti ve kararlılığı akşama kadar sürmüştü. Ama akşam saat 9'da, konserin başladığı saatte çektikleri videoları açmak, bu kararlılığı yerle bir etmeye yetmişti.
Draco, Harry'nin o gece uyumadığını biliyordu. Gecenin bir yarısı yataktan kalkıp, sanki saatler önce hayatının en güzel anlarını yaşayan o değilmiş gibi ağladığını biliyordu. İçindeki acıyı gözyaşlarıyla akıtmaya çalıştığını biliyordu. Yanına gitmesinin onu utandıracağını bildiğinden, kapalı cam kapının ardından kalbi parçalanarak izlemişti sevgilisini.
Şimdi, tam bir yıl sonra, yine ayaktaydı. Bu sefer balkonda acısını akıtmaya çalışan kendisiydi. Hava soğuktu, üstündeki sweat vücudunu ısıtmaya yetmiyordu ama kalbi zaten 8 ay önce donmuştu, vücudunun ısınmasına gerek yoktu.
Harry onu izliyor muydu, bilmiyordu. Harry arkasını dönseydi gözlerinde yaşlarla onu izleyen Draco'yu görebilirdi, ama şimdi arkasını dönse Draco onu görür müydü? Gökyüzüne baksa, karanlıkta en çok parlayan yıldızda mıydı Harry? Veya içerideki mutfakta mı kalmıştı ruhu? O ip hala boynunda mıydı, canını acıtıyor muydu? Yoksa salondaki piyanodan notalar dökülmeye başladığında yeniden mi canlanıyordu? Eğer öyleyse, Draco sonsuza kadar hiç durmadan piyano çalabilirdi.
Acıyı uyuşturacak kadar hissizleşmenin ne olduğunu biliyordu artık. Harry gittiğinde en büyük korkusu onun yokluğuna alışmaktı, her sabah onun yokluğunu fark ettiğindeki hayal kırıklığıyla alışamazdı zaten. 8 aydır hala masaya iki tabak koyması, kahveyi iki kişilik demleyip Harry'nin kupasını da hazırlaması alışamadığının göstergesiydi ona göre. Ama acıyı hissetmeyeceğini düşünmemişti hiç. Hayatının gelmesi yakın olan sonuna kadar acının ilk günkü haliyle kalacağını, hatta belki de artacağını sanmıştı. Çok yoğun hissedilen duyguların bir süre sonra hissizliğe neden olduğu Harry'nin Draco'ya öğrettiği sayısız şeyden sadece bir tanesiydi.
Gittikten sonra bile bir şeyler öğretebiliyordu. Hayatta olduğu süre boyunca, yaşamaya aşık bir adama dünyanın ne kadar acımasız olabileceğini göstermişti. Evrenin, üzerinde yaşattığı en güzel insanlardan birini nasıl soldurduğunu adımlarıyla, yaşayarak öğrenmişti Draco. Bir meleğinin beyazlığının çürümesini, ışığının kaybolmasını, karanlıklar içinde sadece onun için tutunmaya çalışmasını izlemişti. En kötü tarafıysa, o melek sonunda dayanamayıp kendini öldürene kadar hiçbir şeyin farkında değildi. Oysa her şey gözünün önünde yaşanmıştı.
Anlaması gerekirdi. Harry hiçbir zaman yaşamayı sevmemişti, tam anlamıyla hiçbir şeyden zevk almamıştı. Bunu biliyordu, ama sevgilisinin her gün biraz daha boğulduğunu nasıl görememişti? Hayatı boyunca tanıdığı en güçlü insanın, sonsuza kadar uyumak isteyecek kadar yorulduğunu nasıl fark edememişti? Aşık olduğu yeşil gözlerdeki parıltının yok olduğunu görmemişti. Veya görmek istememişti, bilmiyordu. Şimdi bakınca Harry'nin ondan yardım istediği o kadar çok zaman vardı ki. Minik kağıtlara yazdığı şarkı sözlerinin yardım çağrısı olduğunu çok geç anlamıştı. Geceleri hafif müzikler açmasının nedeninin beynindeki sesleri susturmak istemesi olduğunu çok geç anlamıştı. Sahte bile olsa gülümseyemeyecek kadar yorgun olduğunu çok geç anlamıştı. Harry hala yaşıyor olsaydı anlamış olması bir şey ifade ederdi belki. Ama şimdi Harry yoktu, bir daha hiç gelmeyecekti ve Draco'nun her şeyi görmesi hiçbir şeyi değiştirmeyecekti.
Daha önce fark edebilseydi, mutlu olabilirler miydi? Bir gelecekleri olur muydu?
Yataklarında uzanıyorken, elinde Harry'nin yüzüğü vardı. Kendi yüzüğü parmağından hiç çıkmamıştı, diğeri de boynunda asılıydı. Olması gereken yer orası değildi, biliyordu. Ama ona göre Harry, kendi yüzüğünün toprağın altında değil de Draco'nun boynunda olmasını tercih ederdi.
2 yıl önce, Harry evlenme teklifini kocaman bir gülümseme ve dolu gözlerle kabul ettiğinde, yüzüğü takarken kendine bir söz vermişti. Harry'nin her zaman mutlu olmasını sağlayacaktı. Geçmişi güzel olmayabilirdi ama Draco, geleceğinin güzel olacağından emin olacaktı. Akşam arkadaşlarıyla gittikleri kutlamada Harry'nin kafasına kral tacını takarken, Harry'yi hep böyle mutlu görmek istediğini biliyordu. Sevgilisi bunu hak ediyordu.
Belki de imkansızı istemişti. Belki Harry o kadar yaralıydı ki, hiçbir müdahaleye rağmen kurtarılamazdı. Belki kurşunlar o kadar derindeydi ki, hiçbir ameliyat çıkaramazdı. Her şeyin üstünden yıllar geçmesine rağmen hala bazı geceler kabuslarla uyanır, Draco'nun onu saran kollarının içinde titreyerek kabusun etkisinden çıkmaya çalışırdı. Yaraları çok derindi, etkileri çok büyüktü. Harry yaralarını insanlardan saklayarak daha güçlü göründüğünü düşünürdü. Draco'dan bile saklamaya çalışmasaydı, onu iyileştirmesine izin verseydi belki de hala hayatta olurdu. Veya Harry, gelecekten ümidini çoktan kesmişti.
Yatağın yan tarafına bakmamaya özen göstererek yüzüğe bağlı ipi boynundan geçirdi, soluna dönerek yatağın soğuk tarafıyla ilişkisini kesti. Gözlerini kapatmadan arkasına dönmek, sevgilisinin uyuyan suratını izlemek, ellerini karmakarışık saçlarından geçirmek istese de kendini tuttu. Çünkü Harry orada değildi ve geceleri onun yokluğunu kabullenmek çok daha zordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
separation // drarry
Historia CortaBazen sadece bir kez değil, defalarca veda edersin. tw // suicide, self-harm