Hoseok, Byeol'un bahsettiği çocuk bu olmalı. O az önce yaptığı şey de neydi? Shadowkill-u mu? O ne demek?
Elindeki bezleri yavaşça çıkarmaya başladı. Bana uzunca baktı sonra arkaya doğru dönüp ilerledi. Dikkatle onu izliyordum. "Sen... seni yenebilecek kimse yokmuş diyorlar."
"Olmayacakta." Kendimden emin bir şekilde konuşuyordum. İlk tanışmada kendimi ona rezil olarak göstermem, ki bu zaten imkansız. Küçük bir kahkahasını duydum. Ne o, inanmıyor mu?
"Ne oldu? İnanmıyor musun?" Tekrar yüzünü bana doğru çevirdi. "Hayır, sadece bu özgüvenin hoşuma gitti." Benimle dalga mı geçiyor bu? Kendisini üstün mü görüyor benden? Ne komik.
"Hey, öyle kötü kötü bakma. Sadece seni daha şey gibi bekledim... daha kaba, büyük. Ama tam tersi bir hanımefendisin."
"Buna ağlasam mı, gülsem mi?" Bana doğru yaklaştı. Bir adım önümde durup gülümsedi. Yüzünü şimdi daha iyi görebiliyorum. İlk dikkatimi burnu çekmişti, dümdüzdü. Yüzü daha çok masuma benziyordu. Ama asla öyle değildi.
"Karar senin." Diyip yanımdan geçip gitti. Ukalanın tekine benziyor. Başımı az önce Hoseok'un tuzla buz yaptığı tahta mankene çevirdim, aslında artık tahta manken değildi. Uzunca bir süre o tahta tozlara baktım.
Açıkçası inanılmazdı. Bu gölge sanatının bir tekniği olmalı. Gözlerimi oradan çekip arkama döndüm ve geldiğim yere ilerledim. İçeriye girip eski yerime oturdum. "Evet Ki Woo, umarım Kızıl Grubunun ekonomisi yerindedir. Yardıma ihtiyacın var mı?"
"Merak etme, gayet her şey yerli yerinde." Lider Jung İl şarabını içerken onayladı. Tanrım! Bu sohbetlerden her zaman nefret etmişimdir. Sıkıcı ve gergin anlardan bir kaç dakika sonra Hoseok içeri girdi.
"Oh, Hoseok geldin sonunda."
"Antreman yapıyordum efendim, affedin."
"Sorun değil evlat. Tanıtayayım, Kızıl Grubunun Lideri Kim Ki Woo, ve meşhur Jina." Hoseok gülümseyip eğildi. Başımı yavaşça aşağı eğip karşılık verdim. Bizim karşımıza oturdu. Kıyafetlerini değiştirmişti.
Sohbetlere dahil olmamaya özen gösteriyordum. Gözlerimi etrafında gezdiriyordum. Sebepsizce Hoseok'a gözlerim kaydı. O da bana bakıyordu. Bu bakışta ne böyle? Gözlerimi devirip gözlerimi ondan çektim.
Hizmetçiler çayları getirirken birden bire biri bağırdı. Başımı hızla oraya çevirirken bacaklarımda acı hissettim. Hızla ayağı kalkıp elbiseyi bacaklarımdan ayırdım. "Tanrım!"
"Çok özür dilerim efendim, yanlışlıkla yaptım, gerçekten çok özür dilerim! Affedin lütfen!" Başımı ona çevirip salladım. "Olabilir öyle şeyler."
"Jina'yı götür ve üzerini temiz bir elbise ver!" Lider Jung sinirlenmiş gibi ama gerçekten abartacak bir şey yok. Sadece kaynamış sıcaklıkta bir çay...
O hizmetçi beni bir odaya getirdi. "Lütfen bekleyin efendim." Diyip odadan çıktı. Biraz bekledim. Birden kapı açıldı. Kapıya dönüp baktığımda başka bir kız olduğunu gördüm. Beni hâlâ fark etmemişti. Nefes nefeseydi. Saçları beyazdı, gerçekten beyazdı. Boyu benden birazcık daha kısaydı.
"Şey..." konuşmam ile korkup arkasına döndü. Beni görünce konuşmaya başladı. "Ben özür dilerim! Sizi göremedim!" Sesi inceydi.
"Yoo önemli değil ama bir şeyden mi kaçıyorsun?" Gülümseyip başını sağa sola salladı. "Hayır, erkek kardeşim ile oyun oynuyordum da. Ondan saklandım. Ben çıkayım en iyisi."
Kapıyı açıp çıkacağı sırada konuştum. "Hayır! Şey, burada kalabilirsin."
"Hayır efendim sizi rahatsız ettim." Kaşlarımı çatıp konuşmaya devam ettim. "Burada kal dediğime göre rahatsız mıyım yani?" Biraz düşünüp başını salladı.
Sıkılmaya başlamıştım nerede kaldı bu kadın? "Efendim, ben çıkayım buradan. Çoktan başka yere gitmiştir zaten."
"Pekâlâ." Kapıyı açtığı sırada hizmetçi orada bekliyordu. "Somin! Ne işin var burada?"
"Yemin ederim bu efendi burada kalmamı istedi Unnie, zaten çıkıyordum! Hoşçakal!" Somin hızla odadan çıkıp gitti. İsmi güzelmiş. Hizmetçi somurtup bana adımladı.
"Buyrun efendim." Elindeki pembe ve beyaz renkteki elbiseyi bana uzattı. "Tekrar özür dilerim efendim." Başımı sallayıp çıkmasını bekledim. Çıktıktan sonra hızla üzerimi değiştirdim. Bir tık dar olmuştu. Umursamayıp odadan çıktım.
Kapının önünde bekleyen hizmetçi yürümeye başladı, onu takip edip tekrar liderlerin yanına geldim. Bakışlar kısa süre içinde bende oldu. Yerime oturup yine konuşmalarını dinledim.
Çenemi avucumun içine yaslayıp gözlerimi dinlendirdim. Kısa süre içinde liderim konuştu. "Artık anlastigimiza göre kalkalım. Hızla yerimden kalkıp dışarıya yürüdüm. Az önceki açık havanın yerini kapkara bulutlar sarmıştı. Bir yıldırım ve gökgürültüsü.
"Sanırım bu havada gitmek hiç iyi olmaz. Bir günlüğüne burada kalmanızı teklif ediyorum." Lider Ki Woo, gözlerini gökyüzünden lider Jung İl'e çevirdi. "Haklısın, teklifi kabul ediyorum." Biz tekrar içeri girerken tanıdık bir ses duydum. "Hoseok!" Üstümü değiştirmeden önceki kızdı bu. Hoseok liderin önünde eğilip Somin'e doğru koştu. Bir süre onlara bakıp içeriğe girdim.
Tekrar ve tekrar eski yerimize oturduk. Sıkıntıyla soluklanıp konuştum. "Efendim acaba ben erkenden uyuyabilir miyim?"
Lider Jung İl başını sallayıp, "Tabii ki, hizmetçi!" Hızla kapı açıldı. "Jina'yı odasına götür."
"Tamam efendim!" Yerimden kalkıp hizmetçiyi takip ettim. Kapıyı açıp içeriyi gösterdi. İçeri girip teşekkür ettim ve hazır yer yatağına uzandım. Gözlerimi kapatıp uykuya dalmaya çalıştım. Gözlerimin önüne birden bire Hoseok belirdi. Hızla gözlerimi açtım. Kaşlarımı çatıp başımı sağa sola salladım. Bu neydi şimdi? Tekrar gözlerimi kapatıp hızla uykuya dalmaya çalıştım.
☆
Geri geldim millet! Sınavlara çalışmak için Wattpad'ı ektim ama... sınavlar iptal oldu ew.
Her neyse artık yine aktif olmayı planlıyorum!
Yarın ki şarkıda yine rekor kıralım! Muhteşem bir şarkı olacağından eminim! BTS fighting! ARMY fighting!
Kendinize iyi bakın, dikkat edin!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝙴𝚊𝚜𝚝𝚎𝚛𝚗 𝚆𝚊𝚛𝚛𝚒𝚘𝚛𝚜 ও 𝙺.𝙽.𝙹.
Fanfiction𝙺𝚒𝚖 𝙽𝚊𝚖-𝙹𝚘𝚘𝚗 Jina sadece kendini kanıtlamak istemişti. Kabilesine ihanet eden o canavarı bulup öldürecekti. En yakın arkadaşı aynı zamanda hoşlandığı adamdan önce o canavarı bulup öldürecekti... Başlanılan tarih: 25.09.2020