Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yaşamak için inceden de olsa bir dal arıyordu. Sıcacık bir gülüş kadar ufak olsa dahi ayakta durabilirdi. Ancak buna bile sahip değildi.
·
Koluna attığı tahta parçasını sıkıca tutarak geriye adımladı. Koskoca beton yığınının içinde ailesini arıyordu. Kurtulmak için Tanrı'ya yalvardığında, sadece kendini düşünmemişti.
Ancak Tanrı, kelimelerini her daim Jungkook'u yalnız bırakmaya adayarak özenle seçmişti.
Gözyaşlarını ince kazağına silerek tahtayı diğerlerinin yanına bıraktı. Gece, soğuğu en korkunç şekliyle çağırmıştı. Buna karşı incecik kazağı hiçbir işe yaramıyor, titremesine engel olamıyordu.
Soğuktan kızaran burnunu ve morarmış gözaltlarını parmaklarıyla sakladı. Devam edemeyeceğini anladığında bedenini demirlerin yanına bıraktı.
Durduğu yerde, ailesinin ölü bedenleri kendini bekliyordu. Bu şekilde can vermeyi hak etmemişlerdi. Jungkook, annesinin saçlarını okşayan narin parmaklarıyla üstündeki beton parçasından kurtulmak için toprağa nasıl tutunduğunu izlemişti. Elleri kanayana kadar toprağı kazdığını ve henüz üç yaşındaki çocuğunu kurtarmak için nasıl bağırdığını izlemişti. Annesinin yumuşacık elleri öylesine yaralanmamalıydı, güzel gözleri öylesine kapanmamalıydı.
Sadece gözyaşlarını akıtmayıbeceriyordu. Onları kurtaramamıştı. Utanç verici bir evlattı.
Titrek bir nefes verip çevreye baktı. Kalacağı, uyuyacağı bir yeri yoktu. Arkadaşları yoktu, ailesi vardı ancak onları da kaybetmişti. Anılarının geçtiği ev beton yığınına dönüşmüştü. Şimdi de o yığının üstünde, çaresizce oturuyordu.
Arkasındaki odunlardan gelen sesle derin bir nefes aldı ve hızlıca arkasına döndü. Karşısında, kendi yaşlarında bir oğlan duruyordu.
Tıpkı kendisi gibi gözleri kızarmış, akan gözyaşlarına inatla burnunu çekerek etrafa bakıyordu. Üstünde yalnızca incecik, kısa kollu ve bazı yerleri yırtılmış tişörtü, şortu vardı. Derisini kaplayan yara izleri ve toz içindeki bedeniyle, tam olarak da enkazın sonucu gibi görünüyordu.
Çaresizce etrafa bakan gözleri üzüntüyle süzmeyi kesip birkaç kez öksürdü ve çocuğa yaklaştı.
"Aileni kaybettin değil mi?"
Jungkook, kendi sözleriyle birlikte ellerini dudaklarına kapatan ve başını sallayan çocuğa yaklaşıp çekinerek sarıldı. Tahmin ettiği gibi o da yalnız kalmıştı, koskoca dünyada yapayalnız kalmışlardı.
Oysa ne kadar gülünçtü. Yedi milyar insan olduğunu düşünürsek, o kadar insan içinde öylece yalnız hissedebilmemiz.
"Ben, sallandı ve ne olduğunu anlayamadım. Onları çıkartmadılar, beni de bırakıp gittiler."
Yavaşça başını salladı, Jeongguk. Karşısındaki çocuk öyle içten ağlıyordu ki, kendi işini, duygularını unutmuştu.
"Hadi gel, şimdilik kalacak bir yer bulalım. Sabah beraber arayacağız onları."
Titreyen çocuğu kendine daha çok yaklaştırdı. Bir sonbahar ayına göre fazlasıyla soğuktu ve etraf, tam anlamıyla berbat kokuyordu. Issız sokakta etrafına korkarak baktı ve daha hızlı yürümeleri gerektiğini fısıldadı.
Köpeklerden korkuyordu. Yanındaki çocuğu da onlardan koruması gerektiğini düşününce, daha korkunç geliyorlardı.
Soğuktan titreyen çocuğa baktı ve tebessüm etmeye çalıştı.
"Biraz daha dayan ve endişelenme, lütfen. Bir şeyler bulacağız."