Ona hesap soracağım demiştim değil mi? Soracaktım,sorardım. Tabiki geçen bir hafta içerisinde okula gelseydi sorardım ama soramadım.
Peki bir hafta içerisinde ne mi oldu? Tutku ve ben kardeşten yakın olduk. Okulda o, ben ve Mert diye bir çocuk birlikte takılıyoruz.
Mert de okulun ilk günü bana laf sokmaya çalışan çocuk. Çok komik, sempatik ve tatlı biri.
Tövbe hocadan özür diledim. Tamer'i dinleyip dilemeyecektim fakat hoca her soruda beni kaldırmaya başlayınca dilemek gerektiğini anladım. Ama hoca özrümü takmadı bile. Kısaca; geometri derslerinde okuldan bir şekilde çıkmam lazım.
Imm... Şey bir de, bugün geometri var ve Tutkuyla ben okulu asacağız. Ben terbiyeli bir kız olarak bunun doğru olmayacağını söyleyecektim ama söylemedim. -Hadi ama bu cümleye inanmadığınızı söyleyin, ben ve terbiyeli olmak mı? Gülemiyorum bile o kadar olanaksız.- Söylemekte istedim ama. Okulda Mert'e katılıp birilerini kesmek varken neden dışarıda salak gibi dolaşayım ki?
Ve anlaşılacağı üzere Mert bizimle gelmiyor, iki haftadır biriyle çıkmıyormuş da morali çok bozukmuş... Acilen okuldan kendine kız bulması lazımmış. Salak!
Alarmın o çok tatlı (!) sesiyle sıcak yatağımdan kalkıp, ayağımı bedenimi titretecek kadar soğuk olan zemine değdirdim. Uyku sersemliğinin getirdiği bir paytaklıkla banyoya doğru yürüdüm. Saatin kaç olduğuna bakmamıştım ama Tutku'yla karar verdiğimiz saati geçmemiş olması için dua etmeye başlamıştım. Tutku abartılacak derecede dakik bir kızdı ve bende abartılacak derecede sorumsuz bir kız olduğum için hep geç kalırdım. Bundan dolayı Tutku'dan çok azar işitmiştim zaten. 'O' da bana uyuşukluğum yüzünden hep kızardı...
'O'nu unutmak için başımı hızla iki yanıma salladım. Neden hatırlamıştım ki şimdi? Kabuslarımda olması yetmiyormuş gibi birde düşüncelerimi mi işgal etmişti yani?
Yüzüme iki avucumun içindeki buz gibi suyu vurarak kendime gelmeye çalıştım. İşe yaradıda.
Aynadan kendime bakıp her sabah yaptığım 'yalancı gülümseme alıştırmaları'mı yapmaya başladım. Bu iyi olduğum tek şeydi. Etrafa bakıp mutluymuş numarası yapmak kolay değildi fakat insan alışıyordu işte.
Aynadan kendi gözlerime bakmaya başladım. Anılar istemeden de olsa beynime üşüşmeye başladı.
"Gözlerinin rengi çok güzel. Bazen bunun için seni kıskanıyorum."
Hadi ama! Her gün bunu yaşamaktan sıkılmıştım. 'O' buradaydı veya içeride ya da bahçede.... 'O' her yerdeydi işte. Kurtuluşum yoktu 'o'ndan.
Aynaya biraz daha yaklaşıp gözlerine baktım. Mavi gözlerim vardı, koyu bir mavi. Çoğu kişinin aksine mavi gözü sevmezdim, kahve rengi göz bana çok daha güzel gelirdi.
Banyodan çıkıp, üstüme günlük şeyler giyindim. Tutku'nun aksine makyajı sevmediğim için direk aşağıya indim. Tutku sahiden de güzel bir kızdı ama makyajı çok seviyordu. 'O'da severdi.
Aşağıya inip Zeynep Sultan'ın yanağına sulu bir öpücük kondurdum ve "Günaydın Sultanım!" diye bağırdım.
Zeynep Sultan gülerek "Dur kızım, kahvaltı hazırlıyorum!" deyince tekrardan öpüp yanındaki sepetten bir elma aldım ve "Ben arkadaşımla dışarı çıkıyorum Sultanım. Kahvaltıda yokum." dedim.
Zeynep Sultan çocukluğumdan beri yanımda olan bir kadındı. Aslında evdeki çalışanlardan biriydi ama onu -olmayan- ailemden gördüğüm için hizmetçi demek ağır oluyordu. Genelde başkalarına 'dadım' diye tanıtırdım onu. Böyle deyince bebekmiş gibi duruyordum ama hizmetçi diye tanıtmaktan daha iyiydi işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLYARDER
Teen FictionAcı ve hatayı saklayabilir miyiz? Peki ya geçmişimiz acı ve hatalarla doluysa, o zaman saklayabilir miyiz? Geçmişimiz bizi oluşturuyormuş... Benim geçmişim acılarla dolu, yani ben acının ta kendisi mi oluyorum? Acı eğer bensem saklanabilirim. Ve sak...