♧2♧

30 4 82
                                    

Odama geldiğimde Yuna'nın seçmiş olduğu elbiseyi yatağımın üzerine koyan hizmetçilerle karşılaştım. Bu kız çok hızlıydı. Odama gelene kadar elbiseyi seçip odama göndertmişti bile. Fakat buradan bile ne kadar güzel ve pahalı olduğunu gösteren elbise beni hiç heyecanlandırmıyordu bile.

"Majesteleri hazırlanmanız için diyarın en iyilerini görevlendirdi efendim. Elbiseyi giydikten sonra başlayacaklar."

"Teşekkürler Rosenna, çıkabilirsiniz."

Rosenna benim baş yardımcım falan sayılırdı. Her işime o koşardı. Onu seviyordum bana tüm sırlarını anlatır fikrimi sorup yardım isterdi.

Fakat tek bir sorun vardı. Oda Taeyong dan hoşlanıyordu. Taeyong'un bildiğim kadarıyla ona karşı hisleri yoktu fakat ikisinin bir geleceģi olabilirdi benim aksime. Bu beni üzüyordu fakat bu durum yüzünden Rosenna ile aramı bozamazdım. O benim yakın arkadaşlarımdan biriydi.

İkiside odamı terk ettiklerinde derin bir nefes alıp kendimi yatağıma attım. Taeyong ile bugün yaşadıklarım aklıma geldikçe gülümsüyordum.

*Bir ülke yapılan fedakarlıklarla ayakta kalır prenses.*

Tom'un söyledikleri aklıma gelince gülümsemem giderek soldu. O haklıydı hemde çok haklıydı. Ama kalbim beni dinlemiyor Taeyong için atmaya devam ediyordu.

Beyaz tavanda asılı olan güneş işlemeli avizeye bakarak konuştum.

"Taeyong senden ne zaman vaz geçmek zorunda kalıcam?"

Büyük avizenin bana cevap veremeyeceğini fark edip yataktan kalktım ve kendimi ılık duşun altına bıraktım.

Etekleri güpürlü, üst kısmı incilerle süslü bir elbise giymiştim. Boynumda babamdan yadigar fazlasıyla değerli bir ay taşı kolyesi vardı. Siyah saçlarım dalgalanmış omuzlarından aşaģı süzülüyordu. Her ne kadar güzel olsamda bu elbiseyi sevmemiştim. Ben savaşçıydım zırh, pantolon giymeye alışıktım. Şuan kendimi bir yabancı gibi hissediyordum.

Fakat salondakiler büründüğüm yabancıyı beğenmiş gözüküyordu. Çoğu göz bendeydi. Gözlerdeki parıltıyı görebiliyordum.

Büyük salonun ortasına doğru inen merdivenlerin başındaydım. Merdiven korkulukları aslan işlemeleri ile kaplıydı. Büyük salonda Safir Sarayın diğer odaları gibi beyazlar içindeydi. Yerler beyaz sedef motifleri ile kaplıydı. Duvarlar Safir çiçek tarlası gibi görünüyordu. Beyaz tavandan aşağı doğru süzülen koca bir avize tüm salonu aydınlatmaya yetiyordu.

Salonun bir köşesi saray müzisyenleri için ayrılmıştı. O köşede çalan keman, arp ve daha bir çok çalgı salona nostarjik bir hava katıyordu. Ve son olarak solunun büyük bir bölümü uzun masaya bırakılmıştı. Beyaz örtüsü ve üstündeki yine beyaz çiçeklerle ve alternatiflerle tüm ihtişamıyla orda duruyordu.

Annem Kızıl Diyar'ın kralı Kral Hun ile konuşuyordu. Kral Hun beyaz atların yakışıklı prensi olarak bilinirdi. Eskiden tüm diyar onu konuşur kızlar onun peşinde gezermiş. Asla beyaz atdan başka ata binmezmiş. Kahinler bir kez onun beyaz at dışında başka bir ata bindiģinde ülkede savaş çıktığı için Kral Hun beyaz atdan başka atı uğursuzluk olarak gördüğünü söylüyorlar. Kral Hun bu yüzden ülkesine beyaz at dışında başka at sokmuyormuş. Kral Hun'un oģlu Prens Jaehyun da tıpkı babası gibi yakışıklılığı ile nam salmış bir prens. Prens Jeahyun fazla seçici bir kişiliğe sahipmiş. Evleneceği kıza aşık olup evlenmek istiyormuş.

Annem bana gülümseyerek baktığında bende onunların yanına doğru ilerlemeye başladım.

Bir yandan ilerliyor diğer yandan gözlerim ile Taeyong u arıyordum. Ama göremiyordum. Bu gün tüm diyarların komutanlarının yardımcılarının toplantısı vardı. Belki onun için hazırlamıyordur diye düşünerek Taeyong u aramayı bıraktım.

Safir ÇiçekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin