Hazel ile ayrılalı yarım saat olmuştu. Ayrılmadan önce mutlu olmadığı ve birine hemen nasıl aşık olabildiğini düşünüp kendine hakaret ederek ağlamıştı. Ve ben yine hiçbir şey yapmamıştım. Çünkü haklıydı. Aşk dedikleri şey öyle saçmaydı ki. Her aşığım diyen insan mutsuzdu. İnsanları mutsuz yapan şey nasıl saçma olmasın.
Bunları düşünürken çoktan eve gelmiştim. Fazla yorgundum. Hemen pijamalarıma giyip televizyonun karşısına kuruldum. Annem evde yoktu. Sanırım bensizde alışveriş yapmanın güzel olacağını düşünüp dışarı çıkmıştı. Kanallarda pek güzel şey olmadığı için televizyonu kapadım. Koltuğa uzanıp tavanı seyretmeye başladım. Düşündüm. Hayatımı, ailemi, anne babamın neden ayrı olduğunu, ablamla abimi özlediğimi. Teker teker hepsini düşündüm. Ve kalktım. Karnım guruldamasaydı kesinlikle biraz daha düşünür ve uykuya dalardım.
Kendime mutfakta bir şeyler hazırlarken annem geldi. "Dolapta yemek vardı neden kendine sandviç hazırlamak yerine sağlıklı şeyler yemezsin ki?" diye söylenmeye başladı. Bir laf söylesem kırk laf işiteceğimi bildiğimden sustum.
"Nasıl geçti alışverişin sultanım?"
"Yorucu geçti. İnsanlar yemeyip içmeyip alışverişe mi çıkıyor yahu? O kadar kalabalıktı ki. İyi ki gelmemişsin sosisim."
"Anne şu sosisim lafından tiksindiğimi biliyorsun. 18 yaşına gireceğim ve bana hala sosisim demen fazla şey. Yani şey işte. Adı aklıma gelmedi."
"Ben sana istediğimi derim şimdi git hadi benim işlerim var burada sosisim."
Bu kadın beni bir gün çıldırtacak. Odama çıkarken anneme beni sabah erken uyandırmasını söylemiştim. Malum beni hayattan bezdiren bir okulum vardı. Yatağıma yatıp saatin kaç olduğuna bile bakmayıp kafamı yastığa koyduğum gibi uyumuştum.
"Alina uyan. Alina kızım uyan artık!"
Hiçbir şey göremiyordum. Her yer karanlıktı.
"Anne ben kör mü oldum? Neden göremiyorum?"
"Eğer gözlerini açarsan kör olmadığını anlarsın Alina, kalk."
Gözlerimi açtım. Kesinlikle görüyordum. Kör falan olmamıştım. Yataktan kalkıp banyoya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp saçımı taradım. Üstümü giyindim ve beş dakika daha yatağıma yattım. O beş dakika bile bana çok iyi gelmişti. Annemle vedalaşıp evden çıktım. Okula doğru yürümeye başladım. Okula vardığımda bizimkilerin hepsi gelmişti.
"Yine her zaman olduğu gibi geç gelen bir Alina." dedi Egecan. Güldüm. Bu çocuk ne derse desin kızamıyordum. Sırama oturdum. En sevdiğim şeyde şu sıraların teker teker oluşu. Şu saçma sıra arkadaşlık durumunu çekmiyordum. Birden kahvaltı yapmadığım aklıma geldi. Uğur' a dönerek
"Kantine gidelim mi ya? Çok açım." dedim. Uğur yürümeye başladığında bunun 'evet' demek olduğunu anlayarak sırıttım. Gerçi birazda şaşırmıştım. Zorlamadan hayatta gitmezdi. Kantine yürürken sırtıma insan diyemediğimiz bir oğlan çocuğu çarptı. Cidden hiç dikkat etmezler mi?
"Dikkat etsene be. Bir de bizim okuldan değil. Gelmiş bana çarpıyor. " Bizim okuldan olmadığını kıyafetlerinden anlamıştım. Müneccim falan değilim merak etmeyin.
"Özür dilerim ukala ama benim suçum değildi. Sabah sabah arkamdaki atarlı adamı çağırın.. Gerçi ben sana ne açıklaması yapıyorum?"
"Cidden ne açıklaması yapıyorsun? Yürü git arkanda adam falan da yok. "
"Hadi be abi nerde bu koca adam?"
Kendi kendine konuşarak geriye dönüp gitmişti. Cidden bu erkekler neden bu kadar salak oluyordu ki?
"Bence senden hoşlandı." dedi gülerek Uğur. Sadece kızgın bir bakış atmakla yetindim. Kantine geldiğimizde sosisli ay çöreği ve su aldım. Parayı ödeyip arkama dönmemle yine aynı çocuğu görmem bir oldu.
"Ya yine mi sen?" bezmiş bir şekilde sorduğum bu soru çocuğu güldürdü. Sonra arkasındaki çocuğu yani pardon cidden koca adamı gösterdi. Çok fazla şeydi. Şey yani, yakışıklı. Dikkatle incelediğimde mükemmel olduğunu fark ettim. Gözleri, saçının rengi öyle güzeldi ki. Sanırım siyahın bu tonu en sevdiğim renkler arasına girdi. Çıkan sesiyle beraber tüm dikkatim dağıldı:
"Ben şey, senden çok özür dilerim. Şu salak beni güya aşık olduğu kızla tanıştıracaktı ve ben sinirli bir adamım yani ben sadece özür dilerim." Dedi saçını kaşıyarak. Güldüm. Sadece gülebildim. Ağzımdan ne bir kelime çıktı ne bir harf.
"Heyyy! Bana atar yapıp duruyordun bu koca adama sadece gülüyor musun yani?"
"Ertuğrul kes sesini bir. Ulan nasıl sendeki bu çene?"
"Burak kırıcı oluyorsun dostum. Çok konuşmak suç mu? Bu arada adın ne ukala?" lafın bana geldiğini anlayarak Ertuğrul denen çocuğa dönüp
"Birincisi bana ukala deyip durma. İkincisi adımın ne olduğu seni pek ilgilendirmez. Üçüncüsü artık çekilseniz de derse gitsek geç kalacağız."
Ne dediğimi anlayınca ikisi de yolumuzdan çekildi. Uğur'la beraber yürümeye başladık. Hala o siyah gözlerin etkisindeydim, o güzel sesin. Kendime gelmek için başımı iki yana salladım. Pek işe yaradığı söylenemese de etkisi yavaş yavaş azalıyordu. Tabi kendimi kandırmıyorsam.
Bizimkiler neden geç kaldığımızla ilgili sorular sorduğunda cevap vermeden sırama oturmuştum. Uğur da cevap verme gereği duymamıştı. Bu çocuğu seviyordum.
Üç ders geçmişti. Zil çaldığında bizimkiler bahçeye çıkmış sınıfta Hazel'le ben kalmıştım. Hazel'in moralinin bozuk olduğunu gördüğümde yanına gittim.
"Neyin var senin?"
"Önemli bir şey yok." Deyince üstüne gitmedim. Üstüme gelinmesini ben sevmezdim ve insanların üstüne de gitmezdim. Umarım çabuk geçer moral bozukluğu yoksa onun o masumluğu yüzünden ben bile moralimi bozabilirdim.
Bugün hızlıca bitmişti. Okul çıkışında bizimkilerle vedalaşıp Hazel ve İrem'le yürümeye başladım. İkisi de sessizdi. İrem Yiğit'le kavga ettiği içindi. Klasik halleri ama Hazel'in neyi vardı bilmiyorum. Yüzüne dikkatle baktığımı anlayıp
"Ertuğrul gelecekti. Geldi sanırım ama Burak kızdığı için gittiler. Onu göremediğim için mutsuzum."
Ben Hazel'in dediklerini idrak ederken karşımızda Ertuğrul'la Burak'ın belirmesi tam bize layık bir şeydi. Aman ne güzel!