O büyük sınavdan sonra, Jungkook ile olan iddiamızın final sınavından sonra iki ders daha görmüş ve öğle arasına girmiştik. Yugyeom ve ben kantinde oturup bir şeyler atıştırıyorduk.
Neden bilmiyordum ama aklım Jungkook'da kalmıştı. Birincilik uğruna gerçekten çok çalışmıştı, farkındaydım bunun. Göz altları çökmüştü ve yürümesinde bile bozukluklar vardı.
Aptaldı. Çevresi yüzünden kendini bu hale getiriyordu. Başardığı şeyler asla küçümsenecek şeyler değildi, bunu ona da söylemiştim ama o bunları küçümsemekten başka bir şey yapmıyordu. Sırf beni yenmek için kendini yırtıyor, abartıyordu. Ama ailesi yüzünden böyle olduğu için kızamıyordum ona.
Derin bir iç çekerek tostumdan bir ısırık alıyordum ki kantine giriş yapan Jungkook'u görmemle duraksamıştım. Yugyeom da fark etmiş, gözlerini devirmişti 'Geldi yine' dermiş gibi. Jungkook ise bizi fark etmeyecek kadar dalgındı.
Sarsak ve yavaş adımlarla kantin çalışanı kadına yorgunca gülümsemiş ve bir şeyler söylemişti. Ardından elindeki su şişesiyle birlikte yine sarsak ve yavaş adımlarla kantin kapısına yönelmişti.
Tam kapıya ulaştığı sırada birden duraksamış, yüzünü ekşitip, tek elini kapıya koyarak destek almıştı. Başı dönüyor ya da bir yeri ağrıyor olabilirdi. Bu çok normaldi.
İster istemez ayaklanırken onun toparlanıp kapıdan çıkmasıyla duraksamıştım. Peşinden gitmeliymişim gibi hissediyordum ama beni ilgilendirmezdi sonuçta. Bu yüzden yavaşça sandalyeme oturarak sorgulayıcı bakışlar atan Yugyeom'a dönmüştüm.
"Ne diye fırladın birden bire?"
"Boşver."
Böyle söylemiştim ama bir şey, içimden bir ses bana peşinden gitmemi söylüyordu. Başına bir şey geleceğini hissediyordum. Bu yüzden daha fazla dayanamayarak hızlıca masadaki telefonumu cebime atmış ve Yugyeom'u umursamadan kantinden tabiri caizse uçarak çıkmıştım.
Onun sınıfa gideceğini düşünerek sınıfına doğru koşarken, tuvaletin önünde onu görmemle hemen merdivenlerin oraya saklanmıştım.
Gerçekten kötü görünüyordu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Açıkçası Jungkook'u ilk defa bu kadar kötü görüyordum ve ne düşüneceğimi de şaşırmıştım.
Ben çaktırmadan ona bakarken, o aldığı derin nefeslerle ve titreyen vücuduyla merdivenlere yönelmişti.
İşte ne olduysa o an olmuştu.
Güçsüz düşen Jungkook, daha fazla dayanamamıştı. Bedeni merdivenlerden yuvarlanmak üzereyken, ellerimi belinin ve bacaklarının altından geçirmem ile kendini kucağıma bırakması bir olmuştu. Bedeni hafifçe titriyordu ve bilinci yerinde değil gibi duruyordu.
Endişeyle yere çökmüş ve öğle arası nedeniyle kimsenin bulunmadığı koridorda başını dizlerime yaslayarak onu dürtmeye başlamıştım.
"Jungkook! Hey Jungkook, uyan!"
Böyle olmayacağını anlayınca hızlı hareketlerle fazla ağır olmayan bedeni tekrar kucağıma almış, bir kat aşağıdaki revire doğru ona dikkat etmeye çalışarak ilerlemiştim.
***
Hemşire biten serumu çıkarırken, derin bir nefes almıştım. On beş dakikadır baygındı ve bu kadar baygın kalması içimi huzursuz bir hissin kaplamasına neden olmuştu. Fakat hemşire bunun normal olduğunu, vücudunun dinlenmeye ihtiyacı olduğunu söylediği için sabırla uyanmasını bekliyordum.
Tekrar iç çektiğim sırada, gözlerim birbirine kenetli ellerimize kaydı. Ne ara ellerimizin buluştuğunu bilmesemde, ilk defa Jungkook'un elini tutuyordum ve değişik hissetmiştim. Onunla yakın temasta bulunmaya alışık değildim. Neden bunları düşündüğümü de bilmiyordum zaten. Abartılacak bir şey yoktu. Sadece elimi tutuyordu.
Kendime göz devirerek kızarken, Jungkook'un tuttuğu elimi biraz daha sıkı tutup hafifçe kıpırdanmasıyla uyanacağını anlamıştım.
"Hey ezik tavşan. Kalksana artık, böyle olmak sana göre değil."
Sonunda gözlerini aralayan beden ilk önce sersemlese de sonradan tamamen ayılmış, hafifçe doğrulmuştu. Başı ağrıyor olacak ki elimle kenetli elini çekip başına götürmeye çalıştığında, sonradan fark etmişti elimi tuttuğunu. Gözleri yavaş yavaş büyürken, komiğime giden görüntüyle gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım.
"Neden elimi tutuyorsun ya? Bıraksana!"
Elini hızlıca kendine çekerken, omuz silkerek cevaplamıştım onu.
"Bunu bırak şimdi. Sen nasıl oldun? Bir yerin ağrıyor mu?"
Jungkook ilk önce şaşkınlıkla bana bakmış, sonra ise toparlanarak elini başına koyup ovmuştu.
"Biraz başım ağrıyor da... Ben nasıl buraya geldim?"
"Ah boşver uzun hikaye. İyiysen kalk. Dersi ekiyoruz ve kantine gidip bir şeyler yiyoruz.
Onu geçiştirmiştim çünkü ona seni takip ettim ve kollarıma bayıldın diyemezdim. 'Sen beni mi takip ediyorsun şerefsiz!' der ve kafama bir tane geçirirdi eminim.
"Aç değilim ben."
"Ben açım ama."
Sinirle kaşlarını çatarken çok iyi bildiğim, beni sinir krizlerine sokan inadının yine tuttuğunu anlamıştım. Bu yüzden gözlerimi devirerek kolundan tutup onu sertçe kaldırmıştım.
"Ya Taehyung! Aç olan sensin git kendin ye ben istemiyorum!"
Dediklerini umursamadan kolundan çekiştirerek kantine doğru yürümeye başlamıştım. Gücü olsa kolunu rahatlıkla kurtarabilirdi ama hâlâ halsizdi. Ayrıca yalancının tekiydi. Deli gibi aç olduğunu biliyordum.
Sürekli söylenen ve kolunu kurtarmaya çalışan Jungkook eşliğinde, ders nedeniyle kantinci dışında tek bir kişi olmayan kantine zorla varmıştık. Ardından bir ders boyunca oturmuş, bir şeyler yemiştik. Onun karnını doyurup biraz olsun kendine geldiğinden emin olduktan sonra ise gitmesine izin vermiştim.
***
♡♡♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue & Grey | TaeKook ✔
FanfictionOkul birincisi Taehyung ve okul ikincisi Jungkook'un arasında geçen rekabetin aşka dönüşünün hikayesi. -Tamamlandı (düzenleniyor) ₁₂₀₄₂₁