1. Jeongs Manor

1.3K 112 82
                                    

İpekten kumaşlar,şatafatlı takımlar,altın yüzükler,inci küpeler,ucundaki taşları işlenmiş kolyeler ve özenle taranmış saçlar... Defalarca sefaletin mi bizi bulduğunu yoksa kaderin ipini her an boynumuza dolaması gibi bizim mi bu sefaletin peşinden koşturduğumuzu anlamaya çalıştım. Böylesine acımasız ve affı olmayan bir düzenin içerisinde hayatta kalmak çocukken düşündüğümden çok daha zordu. Belki henüz on ya da on iki yaşlarımdayken dünya benim için ızdırap dolu bir yer değildi. Evet,henüz değildi... Çok geçmeden anladığımda ise artık bir çocuk değildim. Gözlerini kendi sefaletine açmış,gözlerindeki renkler bir anda solmuş,sanki birisi tarafından güçlüce sarsılmış gibi korkmuş bir çocuktum. Bir mezar taşı başında ağlamak gibi hissettiriyordu. İçimde ölen saflığım için yas tutarken sırtıma değen bir çift el gibiydi. Öylesine korkutucuydu,gerçekçiydi,yalancıydı... İnsanı uyandırıyordu,gidenin yerini bu acımasız duygu alıyordu. Ölüm vardı. Ve bu aldatmacanın içerisinde,tek gerçek oydu.

Sabahları kardeşim Jeno'yu kilisedeki dersleri için kaldırıp su çekmeye giderdim. Her sabah aynı yolu,aynı kovayla gözlerimi önümdeki toprak yoldan çekmeden yürürdüm. Soğuk ve sisli olurdu,çoğu zaman ayağımda bir çorap dahi bulunmazdı ki ikiden fazlası bizim için lükstü. Giderdim. Gelirdim. Jeno'nun karnını elimizde ne var ise onunla sımsıkı doyururdum,aç kalmasına izin vermezdim. Kıyafetlerini her zaman temiz ve güzel tutardım. Aramızda çok az bir yaş farkı vardı fakat hayata dair renklerini kaybetmemişti Jeno. Ben görmüyordum belki ama o benim yerime de görsün istiyordum. O yüzden kendimi feda ettim ona,pişman değildim. Kilisedeki eğitimine devam ederken,kendisi için bir gelecek düşlemesini istiyordum.

"Genç adam!" Kulaklarıma ulaşan yüksek ses tüylerimi ürpertirken gözlerimi sokağın ortasında dans eden kadınlı erkekli sarhoş gruptan çekip önümdeki takım elbiseli beyefendiye çevirdim.

"Mazur görün efendim,nasıl yardım edebilirim?" Seyyar tezgahımda,kadife kumaşın üzerinde duran köstekli saati parmakları arasına alıp çevirmişti.

"Nereden buldun bu parçayı?"

"Civar kasabalardan birinden buldum efendim." Elindeki saati uzanıp hırkamın üzerindeki cebe koyarken yüzüme bakıp iç çekti.

"Yerinde olsam bu saati kimselere vermezdim,genç adam." Hafifçe gülümseyip bastonuna dayanarak yürüyüp gitmiş ve gözden kaybolmuştu. Gittiği yola sessizce bakarken kararan havaya çevirmiştim gözlerimi. Bulutların arkasında kaybolan güneş ve arkasında bıraktığı kızıllık artık eve dönme zamanımın geldiğini gösteriyordu. Sakinlikle tezgahımı toplamış ve terzinin önünde dilenen yaşlı Fiona'ya selam vererek eve doğru yürümeye başlamıştım. Bahar ayına henüz girmiştik. Orman yolunda yürürken etrafımdaki çiçek açmış ağaçlara hayranlıkla bakıyordum. Birkaç hafta sonra meyve verecek bu ağaçlar yaz aylarında daha bir güzel gözükürdü. 

Koltuk altıma sıkıştırdığım tezgahım ve diğer elimdeki deri çanta ile beraber toprak yolda ilerlerken hava iyiden iyiye kararmıştı. Bu sırada gözlerimi kasabadan uzakta fakat bir o kadar da kasabanın oldukça içinden olan tepedeki malikaneye çevirdim. Kilometrelerce uzaktan dahi girişindeki ışıklar belli oluyordu. Bir hayal,bir efsane gibiydi Jeong'ların Malikanesi. Uzaktan bakmak dahi küçülmenize neden olurdu. Yüzyıllar sonra bağımsızlığına kavuşan Romanya'nın kurucu ailelerinden biriydiler. Ülkenin deniz birliklerinin oluşmasında en büyük rolü oynayan komutan Jeong ve ailesi,neredeyse bir asırdır adlarını taşıyan meşhur bir tersanelerinden birini işletiyordu. Komutan Jeong'un bir kızı ve üç oğlu vardı. İçlerinden sadece hekim olan en büyük oğlu Jeong Yunho ve şirketlerinin yönetici müdürü Jeong Krystal halk tarafından tanınırdı. En küçük oğullarını,ki kendisinin evlatlık olduğuna dair büyük bir dedikodu vardı,malikanede düzenlenen balolardan başka görmenizin oldukça zor olduğunu söylerlerdi. Ortanca oğulları ise,kendisini sadece ebeveynlerinin öldüğü trajik yangın sonrası cenazede göstermişti. Adının Jeong Jaehyun olmasından başka,hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Ne iş yaptığı veya nerede yaşadığı tam bir gizemdi. Bilinen tek şey Romanya'nın gördüğü en yakışıklı adam olduğuydu. Gerçi,bizim gibilerin soyluların dedikoduları arasından işittiği şeylerdi bunlar. Genç leydiler efendi Jeong hakkında efsaneler üretmiş,kendisini bir tanrı olarak görmekten çekinmemişlerdi.

The Jeongs' Manor . jaeyongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin