2. Boundaries

566 100 78
                                    

Annem evi terk ettiğinde çok küçüktüm fakat bana söylediği sözleri zar zor olsa da hatırlıyordum.. Gözlerimin içine bakıp 'Bu zalim dünyaya sıkıca tutun,onun kanlı gözlerinin içine bak ve istediğini kopar Taeyong.'' demişti. Ardından bez torbasının içine birkaç ekmek koyup çıkıp gitmişti evden. Henüz onlu yaşlarımın başındaydım. Akşam onun işten geleceğini sanıyor ve ödevlerimi yapıyordum. Arada konuşması peltek olan Jeno ile ilgileniyor,ona kitap okuyordum. Saatler geçmiş,akşam olmuştu. Annem gelmemişti. Güneş doğarken onu hala camın önünde bekliyordum. Sokağın köesinden dönmediği her dakika içim daha bir sıkılıyordu. Annem gelmemişti fakat atlı birkaç asker gelmişti evimizin önüne. Kapımızı çaldıklarında endişe ile açmıştım. Boylu poslu bir adam bana o gece annemin öldüğü haberini vermişti. Ardından komşumuz bayan Fiona gelmiş,o gece bizde kalmıştı. 

Ölüm nedir anlamıyordum o zamanlar. Annem öldüyse ne olmuş,elbet dönecektir diye düşünüyordum. Bu düşünceyle Jeno'nun yanına kıvrılmıştım lakin gözüme uyku girmemişti. Bütün gece bayan Fiona'nın annem için incil okuyuşunu dinlemiştim. Sabahleyin bir mezar başında bekliyorduk. Annemin ölü bedenini tabutlamadan öylece soğuk,ıslak toprağın içine koyup üzerini örtmüşlerdi. Jeno neler olduğunu anlayacak kadar büyük değildi. Fakat ben toprağına dokunduğum ilk an büyük bir boşluğa çekilmiş,gerçekle sarmalanmıştım. Annem haklıydı. Eğer biz tutunmazsak,biz koparmazsak bu dünya bizden çok şey alacaktı. Cenazeden sonra bayan Fiona bakımımızı üstlenmişti fakat beni okutacak maddi bir kaynağımız yoktu. Bu yüzden çok erken yaşta Fiona'nın madenci kocasının yanında işe başlamıştım. Taş işlemeciliğinde ne biliyorsam Yorgo ustadan öğrenmiştim. Ben on altı,Jeno on bir yaşında iken hastalıktan ölmüştü. Ve mesleğini,aletlerini,bildiği her şeyi bana miras bırakmıştı. Fiona kocasının ölümünden sonra dükkanını satmış,sokaklarda dilenmeye başlamıştı. Yaşlılığın verdiği ızdırap ile aklını kaçırmıştı. Bizi dahi hatırlamıyordu şu an.  

Tüm bunların ardından,hayallerimi ellerinin arasında tutan ve hatta parmaklarını onlarla süsleyen adam karşımda duruyor ve bana o sihirli kelimeleri söylüyordu.

''Derhal bugün Jeongların malikanesinde işe başlayabilirsiniz...'' Gözlerim kocaman halde efendi Doyoung'a bakarken masanın üzerindeki fincanı parmakları arasına almıştı.

''İsminizi rica edebilir miyim?''

''Lee Taeyong.'' Neredeyse fısıldar halde ismimi söylediğimde eline not defterini yeniden almıştı.

''Kendinizden bahsedin lütfen.'' Gözlerimi etrafta birkaç saniye gezdirdikten sonra tekrar ona bakmıştım. Sabırsızlıkla bekliyordu.

''Kasabanın güneyinde yaşıyorum. Bir erkek kardeşim var,ismi Jeno. Geçimimizi takı satarak kazanıyorum. İlk okuldan sonra okuyamadım.''

''Neden?''

''Annemizin ölümünden sonra masraflarımızı karşılayacak birine sahip değildik.''

''Babanız?''

''Hiç tanımadık.'' Not defterinden gözlerini kaldırıp baktığında küçüldüğümü hissediyordum. Tebessüm edip kafasını salladı. 

''Devam edin lütfen.''

''Jeno idadi mektepte okuyor. Oldukça başarılı bir öğrenci. Gurur duyuyorum onunla.''

''Yani tek bir kardeşe sahipsiniz.'' Kafamı salladığımda not defterini kucağına bırakmış ve dolma kaleminin kapağını kapatıp iç cebine sıkıştırmıştı.

''Normalde alınan kahyaların ailelerinin olmamasına dikkat ederiz. Burada yatılı bir işe sahip olacaksınız. Müştemilatlardan birinde değil,bizzat malikanede yaşayacaksınız. Bu yüzden dışarıda bir aileniz var ise bu bir problem yaratabilir.''

The Jeongs' Manor . jaeyongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin