Hayatımın bir çok döneminde birçok zorlukla karşılaşmıştım ben. Annemin cesedini kefensiz bir halde çukura koyup ıslak toprak ile örttüğümüz gün,bunlardan sadece biriydi. Fakat üzerimde öyle bir gücü vardı ki o günün,seneler geçmesine rağmen toprağına dokunduğumda içime yayılan o korkuyu hala dün gibi hissediyordum. Korkmuştum,bu doğruydu. Annemin yokluğu,dünyanın acımasızlığı ve bakmak zorunda olduğum birinin varlığı ürpertmişti beni. Çok küçüktüm oysaki,bunları dert etmemem gereken bir yaştaydım. Fakat mezarlıktan Jeno'nun küçük ellerinden tutup ayrılırken aklımda tek bir şey vardı. Yaşamak zorundaydım ve bu yüzden bir korkak gibi davranamazdım.
Gözlerimi kulaklarımda çınlayan çan sesi ile açtığımda Jeong Jaehyun'un yatak odasında,aynanın önünde yerde yatıyordum. Soğuk bütün bedenime işlemişti ve belime vuran ağrıdan bahsetmek bile istemiyordum. Sayesinde uyandığım çan bütün kanadı inletmeye devam ediyordu. Kalkıp üzerimi düzelttikten sonra endişe ve acele ile alt kata inmiş,kanadın girişine koşmuştum. Büyük kapılardan birini çekip açtığımda Doyoung'u köprünün diğer ucundaki halat ile haber çanını çalarken görmüştüm. Üzerinde resmi üniforması vardı ve her zamanki gibi çok asil görünüyordu. Beni kapıdan çıkarken gördüğünde halatı bırakıp koşar adımlarla üzerime yürümeye başlamıştı. Ben ise uyandığım soğuk ve ürpertici rüyanın etkisinden henüz çıkıyordum. Kısacası aptal gibiydim.
''Lee Taeyong! Tanrı aşkına eceline mi susadın sen?'' Gözlerinden sinir taşıyordu,aramızda birkaç metre kaldığında çatık kaşları yumuşamış ve daha yavaş adımlarla önümde durmuştu.
''Üzgünüm,uyuyakalmışım.'' Doyoung gözlerini üzerimde gezdirirken kim bilir belki de ne kadar aciz olduğumu düşünüyordu. Efendi Jaehyun'a hizmet etmek için benim gibi birini işe aldığı için pişman olması olasıydı. Daha bana verdiği işi doğru düzgün yerine bile getiremiyordum.
''Ne bu halin?''
''Dün gece Efendi Jaehyun'un odasını temizlerken uyuyakalmışım.'' Doyoung'un kaşları çatılmış ve yüzünü bana yaklaştırmıştı.
''Efendi Jaehyun'un yatağında mı uyudun?'' Evet dersem beni azarlayacakmış gibi bakıyordu ki bu da Efendi Jaehyun'un yatağından uzak durmam gerektiğini anlamamı sağlamıştı.
''Hayır,yerde.'' Belime saplanan bıçak gibi bir ağrı üzerine yüzümü buruşturup elimi kemiklerime atmıştım. Ne ara Doyoung ile bu kadar yakınlaşmıştık anlayamamıştım ama ellerini belime koyup vücudumu kendi vücuduna yaslaması bir anda gerçekleşmişti. Yumruk yaptığı elini belimde gezdiriyor ve kaslarımı bir hamur gibi yoğuruyordu. Sessizce kafamı omzuna yaslamış ve ağrıma iyi gelen bu masajın bitmesini beklemiştim.
''Burası da ağrıyor mu?'' dudakları neredeyse çenem ile kulak mememin arasındaki o boşluktaydı ve sıcak nefesini bütün somutluğuyla hissediyorum. Vücudumu saran ani ürpertinin ardından kafamı sallamıştım.
''Evet-'' Tam bu sırada,kendi kendine kıpırdaması imkansız olan siyah kapı büyük bir gürültü ile kapanmıştı. Doyoung'un kolları arasında zıplarken o da irkilerek beni kendinden hızla uzaklaştırmış ve boğazını temizlemişti. Çıplak ellerini birbirine vurarak görünmeyen tozlardan arındırmasının ardından beyaz eldivenlerini giymiş ve şaşkınlıkla kapıya bakan bana seslenmişti.
''Yarım kalan işlerin varsa bir saat içinde hallet ve üniformanla malikanenin kapısının önünde hazır ol.''
''Neden? Bir yere mi gidiyoruz?'' Doyoung arkamdaki siyah kapıya bakarken yanıtlamıştı beni.
''Efendi Jeong'un gemisi 2 saat içinde limanda olacak.'' Bütün vücudumu saran korku,endişe ve stres duyguları birbirine karışıyordu. Bu ani mide bulantısı soğuk terler dökmeme sebep olurken Doyoung arkasını dönmüş ve köprüyü gerisin geri yürümeye başlamıştı. Kapının önünde tek başıma kaldığımda sonunda Jeong Jaehyun'u görebilecek olmanın heyecanı bastırmıştı kalbimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Jeongs' Manor . jaeyong
Fanfic"Jeong malikanesinin bazı net kuralları vardır,Taeyong. Sabahları saat sekizde Jeonglar kahvaltılarını ederler. Dokuzu çeyrek geçe antrede hazır vaziyette küçük beyi yolcu ederiz. Dokuz buçukta hanımefendi Jeong'u uğurlarız. Saat tam onda,evin günlü...